KADIN CİNAYETLERİ ÜZERİNE?

Gülseren Mungan

10 yıl önce

 

            'Can tatlıdır' deriz. Hangi yaşta olursa olsun ' Ölüm erkendir' deriz. 'Allah'ın verdiği canı yalnız Allah alır' deriz. Kadere inanır, cana kıymayı inançlarımızla da reddederiz. Mangalda kül bırakmayız bu konuda vesselâm! (Diğer her şeyde olduğu gibi.)

            Sonra gider can acıtırız!! Ölüm zamanına biz karar veririz!! Allah'ın verdiği canı onun almasına izin vermeyiz!! Kadere inancı bir kenara fırlatır, insanlara(Özellikle kadınlara) bizim istediğimiz yaşamı dayatırız!!!...Asarız, keseriz…

            Sonuç olarak:

Bir akıl tutulmasında, duygu karmaşası ve hezeyânda, sevgisizlik, vefâsızlık, duyarsızlık deryasında; insan haklarını gözetmeksizin kurduğumuz şu ikiyüzlülüğü milyon kez katlamış çarpık çurpuk dünyamızda yaşar gideriz.

Kim sorgular bizi? Kim alıkoyar vahşetimizden? Ancak vicdanımız! İyiyi kötüden ayırmaya yarayan yanımız. Tabii eğer bizde varsa… Zira aklı kullanmak yürek ve bilgi ister.

Sizlerle, ülkemizde ezelden beridir süregeldiğine tanık olduğum; son yıllarda gözümüze, beynimize, kalbimize sokulan; bizi acıtan; ne var ki kanıksadığımıza inandığım, bu nedenle de canı alınan bir kadınla duygudaşlık(empati) yapmaya çalıştığım DEVRAN adlı kitabımdan bir öykümü paylaşmak istiyorum.

 Sevgiyle kalın...

ISLAK KARANLIKTA KIRMIZI GÖL

Az kaldı… Ha gayret! Ne çok merdiven var. Her yer merdiven. Merdivenler…

Uçsuz bucaksız basamaklarında saçlarım kalmış, tırnaklarım dökülmüş. Başı yok, sonu yok merdivenler… Geniş, ıslak, küflü merdivenler… Bitmez tükenmez oldular, yok olasıcalar.

Ah bu acı… Dar sokakların kuytusunda duyduğum acı… Gölgelerde, karanlıklarda, acımasızlıkta bulduğum sancı…

Baba kurtar beni! Bu acı yalnız benim değil. Bu korku, bu umarsızlık benim değil! Kuşun kanadında mıyım, Şahmeran'ın kuyruğunda mı? Sürünmekten, sürüklenmekten yoruldu gövdem. Gel beni kurtar! Merdivenlerden kurtulsam, düzlüğe çıksam sana hiç yük olmam. Giderim buralardan. Beni görmezsin. Elini sırtıma değmezsin. Saçımı okşamaz, gözyaşımı silmezsin.

Anne! Her tarafım kırmızı. Sen kırmızıyı severdin. Sen beni de severdin kendince. Oğulların baş tacıydı ya, olsun! Güzel bir yanın vardı; kendini de severdin. Ben nasıl seveyim kendimi? Bilsen neredeyim şimdi?

Yapışkan kırmızı bir göl boğuyor beni. Yılan yılan akan kırmızı derelerdeyim. Bir yerdeyim ki elim böğrümde. Çok şey eksilmiş… Akşam olmak üzere belki de… Yoksa ben mi görmüyorum? Çok mu uzun bir zaman geçti? Gelen giden de yok. İnler, cinler neredesiniz? Bir el uzanmaz mı insana, bir çığlık atılmaz mı? Bir dönüp bakılmaz mı? Galiba tek dayanağım sensin duvar. Dinsiz imansız, selamsız sabahsız duvar… Konuş benimle, bir şey söyle…

'Ne bu halin?' de. 'Nereden geldin, kimsin?' de. 'Baban acını bilmez, duymaz mı? Ya annen nerede?' diye sor bana. Üstüme yıkıl istersen, yeter ki dokun, konuş benimle… İnsandan tatlı, bıçaktan hafiftir dilin eminim. Seni bir ot delmiş, beni ise kalbur misali zalimin biri. Etimde kaç delik var sayamam. Hava soğudu mu ne? Yaz ortasında kış mı var? Olmaz değil, olur. Döndü ya mevsimler…

Merdivenler dile gelse günün birinde, deseler ki:

'Bizi bir okumuş kadın kırmızıya boyadı. Al al pençelerini boynumuza doladı.'

Yapış yapış üstüm başım. İçimdeki dereler kuruyor. Gün soluyor. Her yer ıslak. Bir sızı, bir sancı; isyandan beter dolaşmakta içimde. Susadım ben. Yok mu bir yudum su veren? Yok mu soğuk terimi silen?

 

***

 

'Kendi kendine mırıldanıyor kadıncağız. Çok kötü durumda, çok…

'İnşallah ölmez.'

'Yardım gelir birazdan.'

'Her kimse, ne hale getirmiş kadını. Elleri kırılası!'

 

***

 

Dar yollarda, çıkmaz sokaklardayım. Canım şimdi bedende ama gidiyorum, az kaldı… Geldiler sonunda. Ellerini verdiler. Gözleri üzerimde, yürekleri benimle… Yoksa bu bir sanrı mı?

Duvara yapışmışlığım, merdivene serilmişliğim benim suçum değil baba. Kollarım, kıpırdayın! Ellerim, düzeltin yırtılmış, sıyrılmış elbisemi! Bacaklarım, kalkın gidelim! Buralarda durmak hayra alâmet değil. Köpekler yer bizi burada kalırsak. Yoksa gözlerimi yediler mi? Görmüyorum da…

Tanrım! Bu ıslaklık önce sıcaktı. Ne oldu da soğudu etraf? Üşüyorum!

Bu cehennem buz gibi. Dilber, bir battaniye ver üstüme, örtüneyim. Kendime bir ninni söyleyeyim. Eğer dinlersen beni, derdimi sana diyeyim. Taş merdiven, taş duvar suskun soluksuz… Etimdeki sızı çatlatıyor gövdemi. Şehrin tüm bulutları, üstüme mi çöktünüz? Beni yüce dağlardan bir dağ, seke seke oynaşan bir maral mı bildiniz?

Zaman akıp gidiyor. Yalnızca aklım kaldı benimle. Gözlerim geceye göz kırpıyor. Dillerim ıssız… Dönün başucumda, söylenin. Lakin sınamayın beni, yargılamayın.

'Ne oldu? Nasıl oldu, neden? 'diye, sormayın.

'Sen ve bütün bunlar, hayret!' demeyin.

Oluyor işte. Yaşam, anlardan oluşuyor. Anlar önemlidir. Her şeyden önemli hatta… Bir sen gidersin üstüne tersliğin, bir o gelir. Bir sen, bir o derken anlarda film şeridi olur yaşam. Şafakta kızaran gökyüzüne akar kan kırmızı nehir. Kaçmak istersin, kaçamazsın. Koşmak istersin, diz bağın çözülür. Bir vuruş yetmez, bir vuruş daha gelir. Anlatılmaz acıyla inler gelecek. Bir şeyler akar içinden… Yumuşak, sakin, sıcak… Boşalmaya başlarsın. Tutunmaya çalışırken yaşama, bir yerlere çarparsın.

Kapılar açılın! Gitmeliyim.

Kurtar beni baba! Kusur değil mutsuzluğum, yok olmuşluğum. Yaşam böyle… Yanlış da bizim, doğru da… Tamam… Dinlemedim seni, gittim. Sevdiğimeydi gidişim. Huzur duyar diye umdum tendeki ruhum.

Okuttun beni, ne mutlu… Hataymış çalışmayışım, cenneti kocamın kollarında arayışım. Tamam! Ama insan bilmiyor ki, cennetin bir içki şişesinden cehenneme gebe kalabileceğini… Şimdi bana ne deseler yeridir. Kurtlar yese, kuşlar gülse yeridir. Yer yarılıp almasa beni içine, yeridir.

Susadım Dilber kardeşim. Üşüdüm. Altımda soğuk taş, sırtımda duvar…

Ben; ıslak, karanlık izbelerdeyim. Uçsuz bucaksız merdivenlerde… Çocuklarım var mıydı benim? Bu kızıl sular nereden akıyor?

Gideceğim yer şuracıktaydı! Kollarım, bacaklarım kaldırın beni koşayım.

Ne olduysa Dilber'imin evi görünmez oldu. Artık benim için çok uzak orası. Çok yüksek, çok dik… Ulaşılmaz… Gidemem… Gelsinler, yüzüme gülsuyu serpsinler…

 

***

 

'Leylâ! Leylâ ablam, uyan! Bu nasıl bir uyku? Renkler ışımaya başladı, taşlar konuşmaya… Duvar dile geldi. Seni anlatıyor yer gök. Her yerde senin çığlığın duyuluyor. Uyan. O aşağılık kocan yakalandı, uyan. Uyan ki, hastalar güzel ellerini hissetsin sancılarında. Acıları dinsin. Ne olur kalk! Aç gözlerini, bak bana… Tanrı'm! Sen bu kadar yakınımda can verirken, ben nasıl duyamadım yalvarışını …'

 

***

 

'Ben seni duyuyorum Dilber. Geldin ya. Geç de olsa ellerini yüzüme vurdun ya…' 

Gazetelerde küçük bir üçüncü sayfa haberiydi Leylâ:

' İlimizin Tepebaşı Mahallesi'nde, on bir yerinden bıçaklanmış bir kadının cesedi bulundu. Boşanmak istediği için, kocası tarafından hunharca…'

YAZARIN DİĞER YAZILARI