
Bir bayram arifesindeyiz.
Çocukların gözleri heyecanla parlıyor, evlerde telaşlı hazırlıklar sürüyor.
Kimimiz sevdiklerimize kavuşmanın, kimimiz ise uzaklara duyulan özlemin içindeyiz.
Bayram, umut demek, dayanışma demek, kardeşlik demek…
Ama herkes için aynı anlama mı geliyor?
Gazetecilik yaptığımız bu coğrafya, zorluğu kadar derin acılara da tanıklık ettiriyor bizlere.
Ortadoğu’nun kalbinde her bayram, binlerce yüreğe ateş düşüyor.
Irak, Suriye, Libya, Filistin, Mısır…
Her biri ayrı ayrı dramların, ayrılıkların ve gözyaşlarının adı.
Saddam, Kaddafi, Esed…
Kimine göre bir kahraman, kimine göre bir diktatör.
Kimine göre Arap Baharı, kimine göre emperyal güçlerin sahneye koyduğu sinsi bir oyun.
Ama ne ad verilirse verilsin, sonuç değişmiyor:
Yıkılan şehirler, parçalanmış aileler, suskun çocuk mezarları…
Bizler burada bayrama hazırlanırken, yanı başımızda bir anne daha evladını yitiriyor.
Bir çocuk daha bombaların altında hayata gözlerini yumuyor.
Bir insan daha dininden, dilinden, kimliğinden ötürü hayatından oluyor.
İnsan olmak yetmiyor artık.
Düşünebiliyor musunuz; kimse doğarken hangi milletten, hangi inançtan olacağını seçemiyor.
Ama doğduğu kimlik yüzünden hayatı kararıyor.
Böyle bir coğrafyada bayram nasıl yaşanır?
El öpmek, harçlık vermek, bayramlık giymek…
Hepsi anlamını yitiriyor bazen.
Ancak yine de umudumuzu yitirmemeliyiz.
Dilerim ki bu bayram, acıların dindiği, gözyaşlarının yerini tebessümün aldığı bir başlangıç olur.
Savaşların son bulduğu, çocukların neşe içinde koştuğu, insanların yalnızca insan oldukları için değer gördüğü bir dünya mümkün olsun.
Dostlarımın, arkadaşlarımın ve meslektaşlarımın bayranını kutluyorum.
Bayran insnalara huzur, dünyaya barış getirsin...