
BİR BEN VARDIR BENDE BENDEN İÇERİ
Yunus Emre
Hangi fotoğraf, hangi biyografi bir insanı tam olarak anlatabilir ki? Mutlaka eksik kalır anlatılan. Herkesin bir hikayesi, bir filmi, bir belgeseli olmalı kendisini anlatan ya da annesi ... Bir kişiyi en iyi anlatan tek kişi annesidir; ona can veren, onu eğiten ve geçmişini-geleceğini en iyi bilen... Anne sığınaktır zor zamanlarda koştuğumuz, güvenle içimizi açtığımız, her derdi paylaştığımız. Anne mihraptır, gizli bir tapınaktır kimsenin bilmediği gizlerimizi sakladığımız zuladır, en güvenilirinden. Onun içindir ki anneler iyi bilir yavrusunu.
Annem derdi ki; “Çabuk öfkeleniyorsun ama öfken çabuk geçiyor çünkü kalbin merhamet ile dolu.” O yüzden kendimi tanıtırken kullandığım sözcüklerden biri “deli divane”. Bu huyumdan kurtulmayı çok istedim ama kurtulamadım, karakterimin temel özelliklerinden biri oldu. Belki de en belirgin olanı… Sonra içimdeki ben oldu, benden içeri olan ben…
Bizim kuşak İngilizce'de "boomers" sözcüğü ile bilinen sessiz kuşaktan sonra, X kuşağından önce gelen demografik özel bir gruptur. Bu kuşak, genellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan bebek patlamasını kapsayan 1946'dan 1964'e kadar doğan insanlardan oluşmaktadır. 1951 yılında doğmuşum. Amerika'da “baby boomers” bir refah kuşağı olarak bilinirken, Türkiye'de kendini ve çocuğunu en iyi şekilde yetiştiren, ilkeli, çalışkan bir kesim olarak kabul edilir. II. Dünya Savaşı sonrasının yokluklarını, yoksulluğunu yaşayan bu kuşak uyanışın sesi, avazı olmuştur ve hayatta olanların hemen hepsi toplumsal bir bilince sahip mücadeleci insanlardır. Onun içindir ki hala üretmeye çalışıyorum, yazdıklarımı gazete köşelerinde, ulusal dergilerde paylaşıyorum. Sosyal medya hesaplarım da bu nedenle var. Birilerinin düşündürmek, uyandırmak, toplumsal harekete katmak için çaba gösteriyorum. MardinSöz gazetesinde sürekli güncel konularda yazıyorum.
Bu arada bir öğretmen olduğumu söylemeliyim. Öğretmenliğin kazandırdığı titizliği, aslında bir kusur olan mükemmeliyetçiliği bir ideale çevirmeye çalışıyorum. Mükemmel olmaya çalışmanın yanlışlığını bilmek, farkında olmak da bir erdem sayılabilir. En iyisini yapmaya çalışıyorum.
Bu hafta okuduğum “İşte böyle oldu” adlı kitapta İtalyan yazar Natalia Ginzburg savaş sonrası kuşağının ferdi olan bir kadını ve bir evliliğin nasıl bir cinayetle son bulduğunu anlatıyor. Kadın hanım hanımcık olmaya, evliliği geleceğin tek hedefi olarak görmeye koşullandırılmış bir kadın. Kötü giden her şeye iyimser bakarken, her şeye razıyken bir anda seyahate çıkacak olan eşinin alnının ortasına kurşunu sıkıyor. Kitap sanki bizim kuşağı anlatıyor. Bir dönem kitabı olduğu için bana çok ilginç geldi. Kendi kendimi sorguladım okuduğum sürece. Evlilik bir yandan dayanışma yardımlaşma sunan bir birliktelik gibi görünse de devamlı fedakârlık ve emek isteyen ağır bir akit olarak da insanın omuzlarında. Ben 52 yıllık bir evliliği sürdürüyorum. Bu yönden de kendimi takdir ediyorum. Verdiğim sözü tuttum. Artık sona yaklaşırken sorgulamanın pek anlamı olmadığını görüyorum. Uzun bir yol arkadaşlığı ufak tefek çelişkilere rağmen sürdü. Cinayetle de bitebilirdi. Kendi durumunu bir başka perspektiften görmek yönünden kitap bana çok iyi geldi.
Bir 68’li olarak da sol görüşlü, özgürlük ve eşitlik mücadelesinden hiç vazgeçmeyen bir çizgide yürüdüm. Özellikle kadın hikâyeleri, şiirleri yazdım. Duygusallık aşk şiirleri de yazdırıyor. Halâ yazıyorum ve bu gidişle ömrümün sonuna kadar yazacağım. Kendi kendimi motive etmek için bir motto edindim kendime; “Yaşamak yazmaktır.
Nesrin Aykaç