Mardin yolundayız..
Mezopotamya’ya gidiyoruz..
Mardin Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen, “Güneydoğu Anadolu-İç Anadolu
Buluşmaları Toplantıları”na katılmak üzere yola çıkıyoruz.
Konu, “Turizm ve Tarihi Değerlerin Korunmasında ve Ekonomik Kalkınmada Basının Yeri ve Önemi.”
Etkinlik, Artuklu Üniversitesi, Mardin Gazeteciler Cemiyeti, Artuklu Belediyesi ve Mardin
Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü tarafından ortaklaşa düzenlenen bölgesel bir toplantı..
Amaç, Mardin’i tarihi, kültürü, gastronomisi, sosyal ve ekonomik hayatı ile Türkiye’ye tanıtmak ve Mardin’i Türk Turizmi’nin merkezine yerleştirmek.
Kapadokya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Osman Koca, Kırşehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
Mehmet Emin Turpçu ve Nevşehir Kent Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Veysel Kılıç
ile birlikte Adana, Gaziantep, Urfa üzerinden Mardin’e yola çıkıyoruz.
İlk durağımız Gaziantep.
Ve, tabii ki İmam Çağdaş lokantası. Gaziantep Olay Gazetesi ve TV
sahibi gazeteci dostumuz Erol Maraş’ı arıyoruz. O da bize İmam Çağdaş’ı öneriyor.
Gastronomi Kenti Gaziantep’te ne yenir diye düşünmeye gerek yok, “Lahmacun”
siparişlerimizi veriyoruz. Çeşit çeşit Antep kebapı, Gaziantep Baklavası ve daha niceleri, “Ye,
ye.. O’nu da ye..” diye sizi tahrik ediyor.
Dinler, diller ve medeniyetler kenti olarak bilinen Türkiye’nin yıldızı muhteşem bir kent var
hayalimde. Mardin, Türk Turizm Hareketi’nin “Parlayan Yıldızı” olarak hemen herkesin merak
ettiği bir şehir..
Nizip, Birecik, Suruç, Şanlıurfa, Viranşehir, Kızıltepe üzerinden Mardin’deyiz.
Birecik’te, Fırat Nehri kenarında mola veriyor, seyyar bir kebapçının önünde Birecik’li
gençlerle sohbet edip çay içiyoruz. Seyyar kebapçı, hoparlörün sesini sonuna kadar açmış,
yörenin türkülerini çalıyor.
Şu Fırat’ın suyu akar serindir, oy oy..
Ölem ölem, derdo ölem, akar serindir oy..
Yarimi götürdü anam kanlı zalimdir,
Ölem ölem kanlı zalimdir, nasıl gülem oy..
Daha gün görmemiş taze gelindir oy oy..
Ölem ölem derdo ölem taze gelindir oy..
Söyletmeyin beni anam yaram derindir..
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem oy..
Ahbapların gelmiş ağıtlar yakar oy oy
Ölem ölem derdo ölem ağıtlar yakar oy
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem oy
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Ölem ölem yaram derindir nasıl gülem..
Kebapçı genç, bizden çay paralarını almıyor.
Fırat, gerçekten türküde olduğu gibi çok serdin. Adeta bir deniz gibi. Genişliği nerede ise 800-900 metreyi buluyor. Durgun ve sakin, bir göl görüntüsü veriyor. Sanki akmıyor gibi..
Şanlı Urfa, beni şaşırtıyor. Güneydoğu’nun en kalabalık ve en gelişmiş illerinden birisi haline
gelmiş. Cadde ve sokakları, parklar, alış veriş merkezleri, kültür merkezleri, üniversitesi
kafamdaki Urfa’dan çok ama çok farklı..
En küçük ilçeye bile girsek, şaşkına dönüyorum. Kafamda yarattığım, daha doğrusu bize
empoze edilen Doğu ve Güneydoğu imajı alt üst oluyor.
Biz, Güney Doğu’yu hep geri kalmışlığı, terör, ağalık düzeni, yoksul köy yaşamı ile tanıdık. Oysa, gerçek çok farklı.
Güneydoğu, bütün kabuklarını kırmış, çağdaş ve modern yaşamın bir parçası haline gelmiş,
gelişmiş ve kalkınma yolunda büyük adımlar atan bir bölge haline gelmiş. Kafamdaki “Güney
Doğu İmajı” bir anda silinip gidiyor. Yerini, sevginin, dostluğun, insanlığın, barış ve kardeşliğin
hüküm sürdüğü, dinler, diller ve medeniyetlerin birlikte hüküm sürdüğü topraklar olarak
belleğime kazınıyor.
-”Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi bilir?”
Çok okuyan da bilir, çok gezen de.. Ama, çok gezen bir başka bilir. Yaşayarak görür,
dokunarak tanır, konuşarak tanışır, arkadaş olur, dost bulur. Yıllarca sürecek dostluk
köprüleri kurulur. Ve, bu ilişkiler hiçbir zaman unutulmaz ve sizinle beraber yaşar gider..
Viranşehir’i geçip Kızıltepe’ye geliyoruz. Artık yolun sonuna geldik. Mardin, birkaç adım
ötemizde.
Evet, burası Kuzey Mezopotomya. Bolluğun, bereketin ve medeniyetlerin yeşerdiği yer..
Nobel ödüllü bilim insanı, gurur kaynağımız Aziz Sancar’ın, “Burası benim gökyüzüm. Nereye gitsem başımın üstünde” diyen ünlü yazar ve Şair Murathan Mungan’ın şehri burası..
Şu dizeleri dinleyin lütfen, neler hissedecek, neler neler yaşayacaksınız..
“Ben Mezopotomya.. Asya’nın nazlı kızı.
Bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı..
Sevgi ve kin, öfke ve hırs, savaş ve barış bende anlamlandı.
Bende vücut buldu ruh. Tarih benimle başladı. Özgürlük göbek adımdır.
Dağlarında ve ovalarımda, zümrüt yeşilinde ve güneşin sihirli renklerinde, rüzgarın o karşı konulmaz, muhteşem ritminde bir kısrak olur, Fırat’la yarışır, Dicle’de dinginleşirim.
Nemrut’ta kara kartalın kanatlarında, Tanrılara meydan okurum.
Erudu’da Gılgamış olur, Enkidu’yu ehlileştiririm. Hamurrabi olur, 282 ile düzen getiririm.
Tanrıca İştar benimle aşık atamaz, Çünkü, aşkın ve sevdanın pınarı benim. Çünkü ben Mezopotomya’yım, Asya’nın nazlı biricik kızı..”
“Eski Mardin”i görmek için sabırsızlanıyorum.
Üniversitenin tahsis ettiği araca Osman Koca, Mehmet Emin Turp, Veysel Kılıç ve ben atlayıp
soluğu “Eski Mardin”de alıyoruz. Aracı kullanan sürücü bize Mardin hakkında bilgiler veriyor,
gezip görmemiz gereken yerleri tek tek sıralıyor.
Eski Mardin’in sokaklarından geçerken heyecanlanıyorum. 1. Cadde üzerinde, restore edilmiş, olduğu gibi korunmuş tarihi evlerin, dar sokakların arasından Mardin Müzesi’ne kadar yürüyoruz. Bu cadde, eski Mardin’in nerede ise kalbi. Şehri, bir baştan bir başa ikiye bölüyor, sağlı sollu kiliselerle, camilerle; konaklar ve tarihi eserlerle dolu.
Cumhuriyet Meydanı’na geldiğimizde, karşımıza muhteşem bir yapı çıkıyor. Mardin Müzesi, Mimarisi ve ihtişamı ile karşınızda dimdik ayakta duruyor.
1800’lü yılların sonlarına doğru Antakya Patriği İgnatios Behnam Banni tarafından, “Süryanı
Katolik patrikhanesi” olarak yaptırılmış. Hemen yakınlarında Meryem Ana Kilisesi var. Kilise,
Turizm Bakanlığı tarafından yıllar sonra Patrikhane’den satın alınarak müze haline getirilmiş.
Mardin Müzesi, çağdaş müzecilik anlayışı ile hizmet vermeye devam ediyor. Müze’de yer
alan Arkeopark’ı, İhtisas Kütüphanesi’ni, Sanat Galerisi, Laboratuar, Arkeolojik Kazılar Salonu,
İnanç Salonu, Ticaret salonu, Yaşam Salonu, Sahte Eserler Salonu gibi bölümlerin mutlaka
görmelisiniz.
Mardin, dinlerin ve medeniyetlerin buluştuğu bir kent olmanın ötesinde, “İLK”lerin ve
“EN”lerin de kenti. Dünya’nın ilk aşk mektubunun Mardin’de yazıldığını, Dünya’nın ilk satış senedinin Mardin’de düzenlediğini, Mardin’de 200’e yakın sabun çeşidi üretildiğini, en kaliteli zeytinyağı üretiminin yine Mardin’de yapıldığını biliyor muydunuz? İlk darphane Mardin’de kurulmuş ve ilk madeni para bu darphane de basılmış. Müze görevlileri, bizler içinde para basıyor. Hatta, madeni paraları, o günleri teknolojisinin aynen korunduğu baskı makinalarında kendi ellerimizle, biz basıyoruz. Metal parçacıklarını, içerisi çukur bir yuvanın içiresine yerleştiriyor, demir bir manivela ile üzerine bastırıp hızla çekiçle vuruyoruz. İçerisinden, üzerinde tarihi motifler bulunan size özel paraları
sertifikası ile birlikte teslim alıyoruz. Yine, baskı tekniği kullanarak kumaş üzerine çeşitli
amblemler basıyoruz. Ben, “Hitit Kursu”nu, Osman ve Veysel, “Çift Başlı Selçuklu Kartalı
Arması”nı seçiyor. Müze görevlileri hatıra para ve baskılı kumaşları çıkışta bize armağan
ediyorlar.
Mardin 1. Cadde üzerinde yürürken nefesiniz kesilebilir.
Tam bir Orta Çağ kenti. Yıllar önce,
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve KTO Başkanı merhum Hasan Ali Kilci ile birlikte
İspanya’da gezdiğim Toledo kenti ile bire bir benzerlikleri var. Arkadaşlarıma, Toledo’yu ve
Mardin’i benzerlikleri ile anlatıyorum. İkisi de insanı büyülüyor ve tarihin derinliklerine
gömüyor. O karanlık çağ dediğimiz Orta Çağı tarihi, kültürü ve mimarisi ile günümüze
taşıyan nadir şehirlerinden birisi olan Toledo ile Mardin tıpa tıp benzeyen iki değer.
Otel’de, Mardin ile ilgili kitapların sayfalarını karıştırırken, merhum gazeteci Hıncal Uluç’un
bir yazısı beni şaşkına çeviriyor. Hıncal Uluç’un yazı başlığı, “Toledo’yu satmak, Mardin’e
bakmak.”
Elimde, Mehmet Remzi Tanış’ın “Mardin” adlı kitabı var.
Sayfaları arasında kayboluyorum. Merak ettiğiniz ne varsa bu kitapta var. Mardin hakkında yazı yazan onlarca yazarın kaleme aldığı onca yazı, ekonomisi, sanayisi, tarihi, kültürü, sosyal hayatı ne ararsanız bu kitapta yer almış.
Toledo- Mardin karşılaştırması yaparken rahmetli Hıncal Uluç’a ulaşıyorum.
“Bir yandan nasıl haz alıyorum yaşadıklarımdan.
Ve, bir yandan nasıl kahroluyorum. Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden.
Daracık sokaklar, kafe ve restaurantlarla, antika ve hediyelik eşya satan dükkanlarla dolu. Dünyanın dört bir yanından gelen insanlar her mevsim Toledo’yu dolaşıyor. Onlarca ton Dolar ve Euro bırakıyorlar.
İşte, kahrolma sebebim bu. Nasıl bir keyif içinde geziyorum Toledo’yu.. Ve aldığım haz , misliyle kahır olarak dönüyor bana.. Çünkü nereden bakarsanız bakın on Toledo edecek Mardin’den benim Mardin’imden dünyanın haberi yok. Nasıl olsun ki? Daha bizim bile haberimiz yok. İnanın hiç abartmıyorum. Aynen, Toledo gibi, Mardin ovasını, tepeden seyreden eski Mardin bugün aynen duruyor. Toledo’dan bin kere eski, Toledo’dan bin kere güzel.. Dünya tarihinin en eski kiliseleri burada, Mardin Dünya’nın en eski yerleşim merkezlerinden birisi. Yani, sadece, kentleşmenin yerleşmenin ilk örneklerinden biri değil, hırıstiyanlık dininin ilk izleri de burada..”
……………………
Binlerce yıl, dinlerin, dillerin ve medeniyetlerin birlikte barış ve hoşgörü içinde yaşadığı
Mardin sokaklarını gezerken çok etkileniyor ve heyecanlanıyorum.
Eski Mardin’e girerken sokağın bir yanında camii, bir yanında kilise, bir diğer yanında havra
var.
Sizi önce, Mor Efendi Kilisesi karşılıyor. Tam karşısında Hacı Ömer (Halife) camii var. Kırklar
(Mor Behnem ve Kız kardeşi Saro) Kilisesi’nin karşısında Şeyh Çabuk ve Emüiddin Camisi,
Surp Hovsep (Mor Yusuf) Kilisesi’nin karşısında Kurtuluşlar Ailesi’nin evi yer alıyor. Tohmaklar
Aile Evi, Cercis Murat Konağı’nı aşıp Cumhuriyet Meydanı’na çıkıyoruz. Abdüllatif (Latifiye)
Camii ve Mardin Müzesi. Müzenin hemen yanı başında bütün haşmeti ile Meryem Ana
Kilisesi bulunuyor. Tarihi Binası ile Gazi Paşa İlköğretim Okulu, Şah Kulubey Konağı, İstiklal
Mahkemesi Binası, Mor Hürmüzd (Behrimiz) Kilisesi, İsmail Efendi Evi, Kasım Tuğmaner
Camii, Cevheriye Çeşmesi, Surp Kevork (Kırmızı) Kilise, Yahudi Çeşmesi, Mimarbaşı Kole Evi,
Kayseriyye Bedesteni, Pamuk (Şeyh Mehmet Dinari) Camii, Zinciriye Medresesi, Saray
Çeşmesi, Ulu Camii, Kervansaray (Surur han) ve daha nice tarihi bina..
Bunca eseri birkaç günde gezmek imkansız.
O gizemli tarihi dar sokaklarda dolaşırken hemen her şeye hayran kalıyorsunuz. İnsanların sıcaklığı, misafirperverliği, restoranda hizmet veren garsonun, hediye eşya satan dükkan da görevli satıcının yaklaşımı alışa gelmişin ötesinde farklı ve sıcak..
Ticaretten önce Mardin’i, kazançtan önce yine Mardin’i düşünüyorlar. “Biz size en kaliteli
hizmeti vermeliyiz ki, bu kadim şehirden mutlu ayrılmalı, gittiğiniz yerlerde bizleri
anlatmalısınız. Bizim gönüllü tanıtım elçisi olmanızı, sizlerin aracılığı ile başka insanların
bu kente gelmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bizi iyi yönlerimiz ile anlatmalısınız. Bunu
sağlamaya çalışıyoruz. Mardin kazanırken, bizimde kazanacağımıza inanıyoruz” diyorlar.
………………………………………..
Öğle yemeği sonrası, toplantıya geçiyoruz. Ertesi günü, Mardin’in tüm tarihi ve turistik
değerlerinin tanıtıldığı bir gezi programı var.
Toplantının açış konuşmasını ev sahibi Mardin Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mehmet Çelik
yaptı. Konuklarını selamlayan Başkan Çelik, haber dilinin önemi ve bölgeler arası habercilik
anlayışı, farklılıklar ve beklentiler üzerine düşüncelerini dile getiriyor.
Mardin İl Kültür ve Turizm Müdürü Ayhan Gök’ün selamlama konuşmasının ardından, Mardin
Organize Sanayi Bölge Başkanı, Mardin Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanı Nasır Uyan’ı
dinliyoruz.
Mardin Sanayisi’nde yaşanan gelişmelere dikkat çekiyor ve, “Bir zamanlar sınır ticareti çok yaygındı. Bize kaçakçı derlerdi, bugün ihracatçı, sanayici diyorlar” esprisi ile sözlerine başlıyor ve Mardin’de yaşanan ekonomik gelişmeler yanında, Mardin ekonomisinin motor gücü haline gelen turizme büyük önem verdiklerini söylüyor.
Mardin, 1 milyar dolara yaklaşan ihracat geliri ve yılda 3 milyona yakın ziyaretçisi ile Türk Turizmi’nin parlayan yıldızı olarak dikkatleri üzerinde topluyor.
Mardin Artuklu Üniversitesi Turizm Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lokman Toprak, Mardin’i
anlatıyor.
“Akadların, Mitannilerin, Roma ve Bizans’ın, Arapların, Artuklu, Akkoyun, Karakoyun ve son
olarak Osmanlıların hüküm sürdüğü, Cengiz Hanın, Timur’un yakıp- yıktığı talan ettiği kent;
dört bin yıllık tarihi geçmişi ve ev sahipliğini sürdürdüğü farklı dil, din ve yaşam deneyimlerini
bir arada tutmaya devam ediyor.
Tescillenmiş çok sayıda tarihi binanın bir arada bulunduğu kent merkezi adeta Ortaçağ Şehri
görüntüsü vermektedir. Kent merkezi, Midyat ve çevre köylerde; Hristiyanlığı ilk kabul eden
kavim olan Süryanilere ait çok sayıda yaşayan kilise ve manastırın varlığı şehri inanç turizmi
açısından önemli bir merkez haline getirmektedir. Özellikle Artuklulara başkentlik yaptığı
dönemden kalma cami ve medreseler ince taş işlemeciliği ve orijinal mimarileri ile ilgi
odağıdır. Tarihi işlevleri nedeniyle “Keşiş Yolu” ve Nusaybin’deki “ Nisibis Üniversitesi”
kalıntıları, “Dara Harabeleri” ve doğal güzelliği ile Nusaybin’deki “Ava Spi” (beyaz su) henüz
pazara sunulamamış turizm varlıkları olarak göz kamaştırıcıdırlar.
Bunların yanı sıra, kenti ziyaret edecekleri bekleyen; Sıcakkanlı ve yardımsever bir halk,
zengin bir gastronomi kültürü ve giderken beraberlerinde götürebilecekleri ince bir el sanatı
ürünü olan telkâri (gümüş takılar) var. Belki de bin yıllarca bir arada hoşgörü ve birbirini
kabullenme ile yaşam deneyimine sahip olmuş çok sayıda dil, din ve kültürün varlığı bu günkü
şehri de asayiş açısından Türkiye’nin en sakin illerinden biri haline getiren nedendir.
Mardin, UNESCO’nun Dünya Mirası Aday Listesinde yer almaktadır 2023’te marka kent
olarak nitelendirilip, İnanç Turizmi koridorunda yer verilmesi, öte yandan dünya genelinde;
Kültür Turizmi, İnanç Turizmi, Gastronomi Turizmine olan ilginin sürekli artış göstermesi,
Mardin’i önemli bir merkez haline getirmiştir”
Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Başkanı Gaye Coşkun, Ege Gazeteciler Federasyonu Başkanı
Cem Kaytan, Kapadokya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Osman Koca ve Anadolu İnternet
Gazetecileri Federasyonu Genel Başkanı Arif Kurt, bölgelerindeki turizm hareketliliği ve
mesleki sorunlarla ilgili konuşmalar yapıyor. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Onursal
Başkanı ve Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin’in, basın, düşünce ve ifade özgürlüğü, demokrasi, sansür ve gazetecilerin karşı karşıya kaldığı sorunlara ilişkin konuşması ayakta
alkışlandı.
Akşam, Vali Tuncay Akkoyun’un eski Mardin’de tarihi bir restoranda verdiği akşam
yemeğinde, “Mardin Yemekleri”ni tanıma ve tatma imkanı bulduk. Mardin Tabağı,
Sembüsek, etli ekmek, tesettürlü lahmacun, içli köfte, biber ve yaprak dolma enfesti.
Sabah, Mardin ve çevresinde uzun bir gezintiye çıkacağız.
Sokak sokak dolaşıyoruz. Ne kadar cami, ne kadar kilise, havra, ne kadar tarihi eser varsa tek tek geziyorum.
İlk durağımız Kasımiye Medresesi. Akkoyunlu Hükümdarı Cihangir tarafından oğlu Kasım
adına yaptırılmış, Mardin’in en eski yapılarından birisi. 700 yıllık tarihi geçmişine rağmen
hala ayakta ve bütün ihtişamı ile ziyaretçilerini bekliyor.
Kasımiye Medresesi’ni gezerken, beni şaşkına çeviren bir olaya tanık oluyorum.
Medrese önünde fotoğraf çektirmek için hazırlık yapıyoruz.
Bu sırada, medresenin hemen yakınlarındaki Hicret Camii’nden, ezana benzeyen ancak bir
türlü anlayamadığım bir ses yükseliyor. Önce, “Mevlüd-ü Şerif okunuyor?” diye
düşünüyorum. Biraz dinleyince, dilinin “Arapça” olduğunu anlayabiliyorum. Hoca, bir süre
sonra; bir başka dilde okumaya başlıyor. Ezanın okuma süresi nihayet alışageldiğimiz bir süre,
oysa minareden yükselen ses devam ediyor. Dua, bu defa bir başka dilde okunuyor. Bu kez
okunanın “Kürtçe” olduğunu anlıyorum.
Merak edip, Mardin Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mehmet Çelik’e, “Bu okunan nedir?” diye
sormaya karar veriyorum. Tam bu sırada, minareden Türkçe “Sala” verilmeye başlıyor.
Benim şaşkınlığımı fark eden Artuklu Üniversitesi’nde görevli olduğunu anladığım bir arkadaş,
“Sala veriliyor. Sanırım, vefat eden bir kişi var” diyor.
Şaşkınlığım daha da artıyor.
Olacak şey değil.
Arapça, Süryanice, Kürtçe ve Türkçe sala veriliyor.
İşte, barışın, kardeşliğin, eşitliğin, hoş görünün, medeniyetin, birlikte yaşamanın, dinlere, dillere ve
medeniyetlere, gelenek ve göreneklere olan saygının yarattığı olağanüstü bir atmosfer..
“Mardin nasıl bir şehir” diye sorarsanız, minareden 4 ayrı dilde okunan “Sala” yeterli bir yanıt olmaz mı?
Hoşgörünün, dinler, dinler ve medeniyetlerin başkenti bu şehir..
Sırada Düyrulzafaran (Safran) Kilisesi var. Şehir merkezinden birkaç kilometre uzakta, şirin bir dağ yamacında Mardin Ovası’na hakim bir noktada kurulmuş. Yine karşımızda muhteşem bir yapı var.
Matbaa, Türkiye’ye 1700 yılların başında gelmiş. Anadolu’da ilk matbaa, 1800 yılların ikinci yarısında Mardin’de kurulmuş. Bu matbaadan geri kalan parçalar, yine bu Manastırda sergilenmeye devam ediyor.
Dara Antik Kenti’ndeyiz. Mardin Nusaybin karayolu üzerinde, Mezopotomya’nın en eski ve en ünlü kenti. Derin bir vadi içinde, kayalar içine oyulmuş bir kent.
Nusaybin, Suriye sınırı üzerinde. Sınıra 5-10 metre kadar yaklaşıyoruz. Nusaybin Kapısı önündeyiz. Suriye’ye ait Kamışlı Şehri tam karşımızda. Nöbetçiler, düdük çalarak bizleri sınıra yaklaşmamamız için uyarıyor.
Derin bir vadi içerisinde sarp yamaçları bulunan bir dağın eteklerinden Midyat’a doğru yola çıkıyoruz. Burası, Mardin’in görenleri kendisine hayran bırakan bir doğa harikası Beyaz Su bölgesi. Mardin’e giderseniz, Beyaz Su’da uzun süre vakit geçirmenizi ve o doğal güzellikleri yaşamanızı öneririm. Midyat’ın güneylinde yer alan plato ve tepelerden gelen sular vadi içerisinde birleşerek Nusaybin’e doğru akıp gidiyor.
DÜNYA’NIN EN LEZZETLİ PİZZASI
Dünya’nın en lezzetli pizzasının Mardin’de küçük bir Süryani Köyü’nde yapıldığını hiç duydunuz mu?
Evet, inanmayacaksınız ama, gerçekten İtalyanlardan daha güzel ve daha lezzetli pizzalar Arkah Köyü’nde pişiriliyor.
Kafro Köyü, Arkah’dan (Üçköy) bir önceki köy. Köyün ortasında geniş ve tertemiz bir cadde, çevresine yapılmış görkemli modern villalar sıralanmış. Mardin’den Avrupa’ya çeşitli ülkelere göç eden Süryaniler, bir süre sonra köylerine dönmeye başlamışlar. Her biri, eski Kafro’nun hemen yeni başına yepyeni bir köy kurmuşlar. Geniş geniş cadde ve sokaklar, modern ve görkemli villlalar inşa edip yeniden Mardin’de, Kafro’da yaşamaya başlamışlar.
Yine, Mardin’den Avrupa’ya göç eden Arkah Köyü’den Morris ve amca oğlu Gevriye, yıllarca Avrupa’da çalışmış. Büyük şirketler kurmuş ve bölgenin en varsıl ailelerinden birisi haline gelmişler. Ve yıllar sonra Mardin’e, doğdukları Arkah Köyü’ne dönmeye karar vermişler. Köyü hemen çıktıktan sonra dik bir yamacın üzerine muhteşem bir restaurant inşa etmişler. Burada, çeşit çeşit pizza üretmeye başlamışlar. İlk gördüğünüzde, “Buraya pizza yemek için kim gelir” diye düşünebilirsiniz. İzla Pizzeria, öylesine lezzetli pizzalar üretmiş ki, ünü bırakın Mardin’i, İstanbul’a, Ankara’ya, Avrupa’ya kadar yayılmış. Hafta sonları burada yer bulmanız mümkün değil. İnsanlar, pizza yemek için uçaklarla Üçköy’e Arkah’a akın akın geliyorlar.
Öğle yemeğimizi İzla Pizzeria’da yedik. Gerçekten müthiş bir tat ve çok doyurucu. Onlarca çeşit Pizza pişiriliyor. Neden bu kadar ünlü olduklarını ancak o koskocaman pizzaları yedikten sonra anlayabilirsiniz.
Çalışanların büyük bölümü Süryani. Sohbet ettiğimiz garsonlardan sadece birisi Türktü.
Midyat’tayız.
Midyat Konuk Evi, Gümüşçüler çarşısı, Estel Tarihi mekanları dolaşıyoruz. Altın ve gümüş işçiliği, telgari ve tesbihi ile ünlü bir ilçe. Midyat Çarşısı önemli bir ticaret merkezi. Gümüş ve telgari işlemeciliğini izleyebilir, sevdiklerinize yüzlerce hediyelik eşya arasından birisini seçebilirsiniz.
Midyat, bölgenin kesinlikle ziyaret edilmesi gereken merkezlerinden birisi.
Gün batıyor ve Mardin’e dönüyoruz. Akşam yemeğini Eski Mardin’de tarihi bir mekanda yiyoruz. Menü’de, Mardin sofrasına ait çok özel spesiyal ürünler var ve hepsi birbirinden leziz. Sevdiklerinize, Mardin Leblebisi ve Süryani Şarabı hediye edebilirsiniz. Süryani kültüründe, “Süryani Şarabı”nın çok önemli ve ayrı bir yeri var.
……………………………….
Süryani Bahe’nin, manastıra adanmış hayat hikayesini ve Mardin şehrinin adını nereden aldığını Anadolu İnternet Gazetecileri Federasyonu Genel Başkanı Arif Kurt’tan öğrendim. . Yoksul bir Süryanı ailesinin çocuğu Bahe. 5 yaşında babasını kaybeder. Annesi, Bahe’ye bakamayacak kadar yoksuldur. Bahe’yi Deyrulzafaran Manastırına bırakır. Anrnesi, giderken, “Bir gün gelip seni alacağım” der. Bahe, bir gün annesinin gelip kendisini alacağını hayal eder. Yıllarca, annesine kavuşmak için bekler. Annesinin, “Seni alacağım” sözcükleri kulaklarından bir gün olsun gitmez. Annesi ölmüştür. Bahe, hala beklemeye devam eder, bir gün annesinin gelip kendisini alacağına inanır. Bahe, 70 yaşlarında hayatını kaybeder. Ve, o gün annesine kavuşur. Aslında, Bahe’nrin hayat hikayesi bu kadar basit değildir. Bahe, acılarla, özlemle, saf ve temiz duygularla, insanlara ibret olacak olaylarla dolu bir yaşam öyküsüdür.
Mardin, “Kale Şehir” anlamına geliyor.
Mardin’i anlatanlar, Mardin’i yazanlar hep şiirsel bir dil kullanmışlar. Refik Durbaş’ın, “Taşın ve İnancın şiiri Mardin” başlıklı yazısı okuyanları etkiliyor..
“Ben Mardin kenti..
Kaleler ve lavlarla bezeli, teninden başka giysisi olmayan çıplak dağların ana yurdu..
Ayaklarının ucunda uzanır tarihin babası Mezopotamya..
Dicle Kız kardeşimdir benim. Mazıdağı, Akçadağ, Dibek, Karakas Dağları yeğenlerim. Derik, Kızıltepe, Midyat, Nusaybin, Savur, Yeşilli, Ömerli, Dicle, Dar Geçit ve Hasankeyf çocuklarım.
Ben, bedenini kaleler üzerine inşa etmiş Mardin kenti..”
…………………..
Ve, Mardin’i anlatan bir başka şiir.
“BEN MARDİN’İM..
Ben Mardin’im Mezopotomyanın orta yerinde,
Şahadet parmağı gibi yükselirim göğe.
Ezan sesi, çana selam durur, çan ezana..
Güvercinler kah kiliseye, kah cami avlusuna,
Melek tavus raks eder Müslüman’a, Hıristiyan’a,
Siyah ile yeşil cübbe yan yana,
Yezidi güneşine karşı, Mecuzi ateşi yanar.
Minaremde üç din yaşar, Haç ile Hilal aynı örste tava gelir.
Dil yerine gözler konuşur.
Önümde içilmeyi bekleyen zaman, mırra tadında her an. “
Dünya’da böylesine anlatılan, adına övgüler dizilen, şiirler yazılan, büyük aşklara, dinlere, dillere ve medeniyetlere tanıklık etmiş bir başka şehir var mıdır, acaba?
Mardin’den ayrılma zamanı geliyor. Sabah yola çıkıyoruz. Urfa’da Balıkgöl’ü ziyaret ediyoruz.
Balıklıgöl Çarşısını geziyor, Hz. İbrahim’in doğduğu mağaranın yanı başında bulunan Haliliye Camii’ni ziyaret ediyor, güvercinleri seyrederken bahçesinde dinleniyoruz.
Bize ev sahipliği yapan Mardin Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mehmet Çelik’e teşekkür ederek veda ediyorum. Birde mesaj yazıyorum.
“Saygıdeğer başkanım Mehmet Çelik.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu ile ilgili tüm düşüncelerimi alt üst eden programınızdan çok etkilendim. Bölgenin sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihi değerlerini gördükçe, insanlarla sohbet edip onları tanıdıkça, bölgeye hayranlığım çok daha arttı. Mutlu dönüyorum. Özleyeceğim.. “
Editor : Mehmet ÇELİK