YAŞAM

ŞAİR-YAZAR ATİLLA YAŞRİN İLE RÖPORTAJ

Kişi farkındalığını ortaya koyduktan sonra kendi akarını bulduğunu imleyen Şair, yazar Atilla Yaşrin, edebiyat serüveniyle ilgili olarak: “Yazarken eğleniyor ve mutlu oluyorsam dolaylı olarak aynı maddi kazancı elde etmiş oluyorum.” diyor

ŞAİR-YAZAR ATİLLA YAŞRİN İLE RÖPORTAJ
27-10-2021 08:46
27-10-2021 08:56
MARDİN

 Kişi farkındalığını ortaya koyduktan sonra kendi akarını bulduğunu imleyen Şair, yazar Atilla Yaşrin, edebiyat serüveniyle ilgili olarak: “Yazarken eğleniyor ve mutlu oluyorsam dolaylı olarak aynı maddi kazancı elde etmiş oluyorum.”diyor.Bugüne kadar kaleme aldığı altı eseriyle, “Nisan Damlası, Ocak 2010 –Şiir”, “Aşk da Rüya Görür, Ocak 2011- Roman”, “Nargülü, Ağustos 2011-Şiir”, “Sen Bana Önemlisin, Aralık 2015- Şiir”, “Mori, Mart 2018- Roman” ve “Torani, Temmuz 2021-Roman” mutlu olan Atilla YAŞRİNile edebiyat ve hayata dair röportaj yaptık.İyi okumalar.

 Hazırlayan: Metin Aydın

-Şair, yazar Atilla Yaşrin kimdir?

Bu soru ne zaman sorulsa cevaba nereden gireceğime bir türlü karar veremem.İşin doğrusu, sadece benim için değil, sorunun muhatabı olan herkes için bir hayli sıkıntılı sürecin başlangıcı. Siz de takdir edersiniz ki bir ömrü bütün tecrübeleriyle üç beş kelimeyle damıtmak imkânsız. Ben işin kolayına kaçıp nicel birkaç sözcükle ifade edeyim.1968 Muş- Malazgirt’te doğdu. İlköğretim ve orta öğrenimini Malazgirt’te tamamladı. 1994yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi TürkDili veEdebiyatı Öğretmenliğini bitirdi. Bir kız, bir erkek çocuğu babası.

 -Sanat hayatınız nasıl başladı? Sanatsal kimliğinize yön veren, sizi etkileyen kişiler ve gelişmeler nelerdir?

Olgular bir anda başlayan ve bitentürde edimler değil. Zaman onları besler büyütür, daha sonra bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ortaya çıkarır. Lise yıllarımda, çok iyi olmasa da fena bir okuyucu sayılmazdım. Edebiyata da bir hayli ilgilim vardı, öyle ki liseden matematik bölümü mezunu olmama rağmen edebiyat öğretmenliğini okumayı tercih ettim. Bu ilginin tesadüfî olmadığını anlamam bir hayli zaman aldı. Hiçbir zaman şiir veya roman yazmayı düşünmedim. Ben sadece bir okurdum ve edebiyatın öğretmenlik yönüyle ilgiliydim. Garip olansa o güne kadar içimde hiçbir zaman yazma dürtüsü de hissetmemiş olmamdı. Şiir okumayı hiç sevmezdim, “Şiir okunmaz, dinlenir,” diye düşünenlerdendim ki halen öyle düşünürüm.Mardin’de Valilik emriyle bir şiir gecesi düzenlenecekti, her okul bir öğrencisiyle temsil edilecekti.Edebiyat öğretmeni olarakbir iki arkadaşla birlikte ben de görevlendirilmiştim. Açılış için bir Mardin şiiri düşündük, bu görevi de bir arkadaşa verdik. Malum geceden; bir önceki gün genel provada arkadaş, Mardin şiiri bulamadığını, dolayısıyla da hazırlık yapamadığını söyleyince amiyane tabirle şok olmuştuk.Programdaha önceden hazırlanmış, onayı da alınmıştı. Program açılışına, Mardin şiiri yazılmıştı ve ortada şiir yoktu. Biz çare ararken bir dostum, “Sen bu gece bir şiir yazarsın hem de çok güzel yazarsın,”diyerek beni yazabileceğime inandırdı. “Ben Mardin’im” şiiri ile bugünlere geldik. O şiir kendime attığım iftira oldu.

 -Yazmak sizin için neyi ifade ediyor? Niçin yazıyorsunuz?

Her insan doğarken bir benle doğar. Doğum anından itibaren o benin yanında çevresel etkenlerle beslenen ikinci bir ben bitiverir. Kişi büyüdükçebu iki ben de büyür ve gelişir. Aynı bir nehir gibi birbirine paralel akar. Zaman zaman biri taşar ötekine karışır, bazen de buharlaşarak birbirlerinin üzerine damlarlar. Bu etkileşim ve karışım genelde uyumlu, bazen de çatışmalara sebep olur. Bu çatışmadan sanatçı eğilim doğar. Bundan sonrası ilk benin, yani doğuştan gelenin beraberinde getirdiği melekeye ve sonradan bitenin beslendiği çevresel uyarılara kalmış. Çatışmanın niteliği, sanatçının kudreti; anlamlandırılması da yazma sebebi olur. Bunu biraz daha anlaşılır kılacak olursak, ‘Yazmak için bir sebebiniz, yazıp bitirdikten sonra da sevinciniz olmalıdır’. Orhan Kemal mealen söyle der; sevdiğimi mutlu etmek için yazarım, yazıp bitirdikten sonra da karşısına geçer ona okuturum. Onu dinlerken kendimden geçer mutluluktan uçarım, o sevinci hiçbir şeyde bulamam. Aslını sorarsanız herkesin sebebi de sevinci de aynı. Yazma süreci, şiir veya romana göre değişir, çok heyecan vericidir.

Bir roman en az bir yılınızı alır, bu süre zarfında yaşamınızın anlamlı ve diri olduğunu; bitirdikten sonra iki üç yıl da dönütlerin yarattığı heyecanı ve verdiği enerjiyi düşünün.“Hocam bu kadar yazıyorsunuz, emek veriyorsunuz ne kadar kazanıyorsunuz veya ne kadar kazandınız,” sorusunun, doğruluğunu veya yanlışlığını düşünmeden, cevabı benim için önemli. Şöyle düşünürüm;şayet bu kadar zamanı maddi getirisi olan bir işte kullansaydım, karşılığında elde edeceğimi, eğlenmek ve mutlu olmak için harcayacaktım. Yazarken eğleniyor ve mutlu oluyorsam dolaylı olarak aynı maddi kazancı elde etmiş oluyorum. Hatta çalışırken gireceğim stresi de yaşamadan.

 -Kitaplarınızda öne çıkan temalar nelerdir?

Bu soruya, ‘çocukluk’ve ‘kadın’ temalarında pozitif ayrımcılık yaparım, demek daha doğru olur. İnancım o ki, “Bir insanın bütün yaşamına çıkan iki kapı vardır. Biri çocukluğu; diğeri unutulmaz aşkıdır. Diğer bir savım: “Tanrı, şiirini yazdı adına ‘kadın’dedi,” dir. Bu temalara ‘aşk’ı da eklersek üç eder. İnsan yaşamında bunlardan birinde dahi zafiyet olursa kişi yarım kalır. Bu düşüncelerimi temel alır, konuları bu temalara giydiririm.

 -Edebiyat çevrelerinden yazdıklarınızla alakalı nasıl tepkiler aldınız?

Türk edebiyatının belki de en büyük sorunu eleştirmen sorunudur. Hiç yok demek ne kadar yanlışsa var demek de o kadar yanlış. Ciddi manada eleştirmen az olunca kirlenmişlik de alır başını gider. Eleştiri adına eş dost kitap tanıtımı yapılır. Böyle bir ortamda edebiyat çevrelerinin tepkilerinden söz dahi edilemez. Edebi metnin değerlendirilmesi, adının başında ve sonunda blog yazan sosyal medya kullanıcılarına kalır.Söz ona gelmişken sosyal medyanın bir de iyiliği var, o da okur direkt sana ulaşıp eleştirisini verebiliyor. Bence kâle alınacak olan da bu.Sorunuzun net cevabına gelecek olursak kötü bir şey diyen olmadı; ama iyi şeyler söyleyen dostlarım oldu.

 

-Kitaplarınızın okurla buluşma sürecini anlatır mısınız? Atilla Yaşrin’in okuru kimdir?

Okura ulaşmada en etkili yol, her zaman okuma ve okutma olmuştur. Okuyan kişinin beğenisini ortaya koyup bunu yayması en güzel ve kalıcı olandır. Günümüzde bu daha çok sosyal medya üzerinden yapılıyor. Etki alanı da gayet geniş. Eserin okurla buluşmasının bir diğer yolu da kitap fuarları ve söyleşilerdir. Pandemi süreci bunu sıkıntıya soktuysa da yakında her şey düzelir. Benim özelimde bakacak olursak, her zaman en büyük destekçim öğrencilerim olmuştur. Kitabın çıkmasıyla sosyal medya hesaplarında anında görsel paylaşımlar başlar. Bunun okuyucu kitlemin oluşmasında çok etkili olduğunu düşünüyorum. Belli bir kitleyi hedef almadığımı söylesem yalan olur. Bu hedef kitlem, şu yaş grubu veya bu sosyal gruptan olsun diye değil de edebi metinde daha çok dil ve anlatımı önceleyen okuyucu olduğunu söyleyebilirim. Bu birilerini öteliyorum manasına gelmemeli sadece metnin yapı unsurlarını oluştururken önceliğimi belirtmek içindi.

 -Çokdilli bir yazar olmanın yazdıklarınıza nasıl bir etkisi oldu?

Bir sanatçı için çok dilliliğin ve çok kültürlülüğün önemi tartışılmaz, sanatçıyı bırak herkes için bu böyle. İnsanın hayal gücü, kelime haznesi kadarsa dönüştürme gücü,deneyimleri ölçüsündeyse o zaman bunun paha biçilmez bir hazine olduğu bir gerçek. Sanatçı için her kültür, her dil farklı yönlere açılan birer penceredir. Hele bu dil ise pencere tavana açılır. Her zaman: “Hayaller sınırsız, kelimeler sınırlıdır; şiir, dilin olanaklarını zorlamadır,” deriz ya. Bu sorunun cevabı tamda burada hayat buluyor. Çeşitlilik sana seçme serbestliği tanıyor, ifadenin alanını genişletiyor, doğal olarak farklı söyleme yeteneğini geliştiriyor. Şurası çok önemli; kültürlerdeki çatışma sanatçıyı tetikler. Tetiklenen sadece duygular değildir,  hayaller de bundan nasibini alır. Üç gerçekliğin dönüşümü bu aşamada başlar. Şiirde bu dönüşümü ne kadar başardım bilemem, onu zaman gösterecek ama romanlarda kesinlikle bunu başarabildiğime inanıyorum. Şiir için böyle düşünmeme sebep olan şey, üçüncü gerçekliği oluşturan okuyucunun beğeni kriterleridir. Bu değişkendir, aynı kişide bile çok sıklıkla olur. Kısa vadede bir standardı yoktur, onu nereye oturtacağına karar veren zamandır. Bu da en az bir kuşak eder.

 

-Yaşadığınız coğrafyanın sanat ve sanatçıya; özel olarak edebiyata yaklaşımını değerlendirir misiniz?

Son iki yıldır İstanbul’da yaşıyorum, daha öncesi Aydın’daydım, daha da öncesi Mardin. Biraz daha geriye gidersek üniversiteyi okuduğum şehir Erzurum, doğduğum yer Malazgirt ve arada kısa molalar verdiğim diğer şehirler… Bütün bu yerleşim yerlerini popüler nitelendirmelerle anacak olursak biri metropol, bir diğeri üniversite şehri, bir diğeri taşra, öbürü kadim kent. Bunların niteliksel ve niceliksel ortalaması ülkemizin gerçeğini verir. Okunan kitap sayısı ortadayken fazla bir şey söylemeye gerek var mı bilmiyorum.Özelde cılız da olsa bazı yerel ve sivil toplum örgütlerinin çabalarını görmekteyiz;yeterli olmasa da en azından sıcak bir ürperti veriyor. Tabana indiğinde genel olarak yazarın ve şairin bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. En kudretli şairi veya yazarı hangi ilçeye götürürsen götür orta ölçekli bir salonu dolduramazsın.İlginç olan ne biliyor musunuz? Sosyal medyada bir fotoğrafa rastladım. Kapının üstünde bir tabela ve önünde üç genç poz vermiş. Yazı aynen şu, “Malazgirt Kültür ve Dayanışma Derneği 1975”. Malazgirt benim doğup büyüdüğüm yer olunca haliyle o gençleri, “Abilerimi” tanıdım. Onların üçü de şimdi hayatta değil, ama akranları hayatta. Telefon edip bir iki kişiyle görüştüm. Derneğin o zamanki faaliyetlerini sordum. Yaptıkları tek şey varmış, İstanbul’dan kitap ve süreli yayınlar getirtip, okuyup okutmakmış. O günün abileri bizleri yetiştiremeden 12 Eylül’ün kurbanı oldular. Şimdiki gençler de yetiştirilmeyen bizlerin kurbanı oldu. Günümüz çocuklarını da sorarsan, bir öğrencimin cümlelerini olduğu gibi aktarayım: “Hocam sizin kitaplarınızın görsellerini sosyal hesaplarımda paylaşmak istiyorum fakat arkadaşlar kitap paylaşanlarla dalga geçiyor diye çekiniyorum.” Bunun ötesi, deniz bitti…

 -Günümüz edebiyat camiası hakkında değerlendirmeleriniz nelerdir?

Nitelikli yazın insanları her dönemde olduğu gibi bugün de okumaya, üretmeye ve her şeyden önemlisi düşünmeye devam ediyorlar. Bunlar bugünnitelikli eserlerle edebiyatımıza uzun soluklu nefesler aldırıyorlar.Gençler gayet donanımlı yetişiyor. Sorunları var mı? Çok. Özellikle gençlerin tercihi olan fantastik romanlarda dışa bağımlıyız. Deneysel çalışmalarımız neredeyse yok gibi. Çocuk yazını çok sıkıntılı, kanaatime göre o yaş grubunun hayal dünyası tam olarak anlaşılmış değil. Anlaşılmışsa da ticari kaygıya kurban ediliyor.Sanatçıların ruh halleri zamana, mekâna ve şartlara göre ufak tefek farklılıklar gösterse de genelde her dönemde aynıdır. Onlar ikinci benleriyle yaşayan ve onlarla yaşamak zorunda olan kişilerdir. Ruhlarıyla yücelen, yapıtlarıyla değerlenen bu insanlara elbette ki kendini teyellemeye çalışanlar olacak bu kaçınılmazdır. Bunları ayıklayacak bir mekanizma yok. Buna karar verecek otorite de yok. Alıcısı oluncaya kadar o da varlığını sürdürecek.

 -Şair, yazar kimliğiniz yanında yılların eğitimcisisiniz... Okullarda öğrencilere dönük nasıl bir sanat eğitimi olmalıdır?

Bu çok önemli bir soru… Birçok insan kendindeki yeteneğin farkına varmadan yaşamını tüketiyor veya tüketmiştir. Annemiz, babamız, dedemiz veya çevremizdeki herhangi biri, yeteneğiyle çok büyük bir keman virtüözü olabilecekken hayatında keman görmeden veya kemanı eline almadan yaşamını sürdürmüş ve tüketmiştir. Her gün yüzüne baktığımız birçok öğrencimizi çok iyi tanıdığımızı iddia edemeyiz. Özellikle kabiliyet söz konusu olduğunda ortam yaratılmazsa, fırsat tanınmazsa, tabir yerindeyse su yüzeyine çıkamaz. Hatta bu tip öğrencilerin baskın yönü köreldiği için diğer alanlarda da silik olabiliyorlar. Kendi branşım için konuşacak olursam sık sık metin yazma çalışması yaparım. Yeteneği olan kişileri yönlendirmem kolay oluyor. Zaten kişi farkındalığını ortaya koyduktan sonra o kendi akarını bulur. Bir diğer önemli nokta ise, insan bilmediği bir şeyi sevemez veya nefret edemez. Hiç bilmemektense nefret etmek daha iyi, diye düşünürüm. En azından fikrin olur, karşı tez oluşturursun. Soru eğitimci yönüme yönelik geldiği için kendi çabamı anlatayım. Bilindiği üzere bizde performans değerlendirmesi adı altında bir not takdirimiz var. Ben o notu beş şiir ezberleterek veriyorum. Şiir ezberleyemeyeceklere de roman okutup romanı tahlil ettiriyorum. Bu çalışma her dönem farklı şiirle ve romanla tekrarlanıyor. Ayrıca proje ödevlerini de aynı metotla veriyorum. Burada en önemli noktalardan biri şiir ve kitabın seçimidir. Öğrenciye şiiri ve kitap okumayı sevdirecek türden olmasına dikkat ederim. Bu vesileyle şunu söylemek istiyorum, özellikle ilkokul öğretmenlerinin bu konudaki tutumu çok önemli. Gerek çocuklarımdan gerekse bize gelen öğrencilerden biliyorum ezberi gelişsin diye şiir ezberleri yapılır. Seçilen metinlerin bazıları tam da kişiyi şiirden soğutacak cinsten. Özel günler için gür sesle okunacak metinler seçilebilir ama bunun dışında ses akışı açısından dikkate alınacak metinler amaca yönelik daha faydalı olur diye düşünüyorum.Öğrencinin bireysel farklılıklarını ortaya çıkarmak konusunda eğitim sistemimiz bir hayli sıkıntılı. Bu iş tamamıyla öğretmenin ve velinin özel çabasına kalmış durumda. Öğrenci şanslıysa iyi bir öğretmen denk gelirse ne ala, yoksa tanıyacağı tek müzik aleti flüt, tek resim malzemesi suluboya, tek spor malzemesi meşin top olur. Şimdiki de dâhil çalıştığım altı okulun hiçbirinde resim ve müzik öğretmeni kadrosu yoktu.Okul kütüphaneleri, niceliksel açıdan zengin; ama nitelik tartışılır. Güncel kitaplar yok denecek kadar az. Kitap okuma yarışmaları, Ahmet Mithat Efendi’nin kitapları okutularak yapılıyor. Bu örneğim yanlış anlaşılmasın, Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri roman tekniği bakımından en kusurlu metinler. Onların yazılış amaçları farklı. Okuma etkinliklerindeki dayatmacı anlayış terk edilmeli. Sanatın yegâne amacı olan ‘estetik haz’ özgürlükçüdür.Daha da önemlisi okumayan, okutamaz.

 -Dünyayı kasıp kavuran pandemi süreci sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Pandemi benim için fırsat oldu. Yüz yüze eğitimin olmadığı dönemde Torani’yi yazdım. Bol bol film izledim. Bol bol kitap okudum demeye korkuyorum, kime sorarsan çok okudum der; ama satış rakamları bu söylenenleri doğrulamıyor. Bir de kızımla birlikte yasakları delip dağ taş demeden, dere tepe yürüyüşleri yaptık. Bunun sanatla alakası ne derseniz, Torani bu yürüyüşlerde yazıldı.

 -İleriye dönük projeleriniz nelerdir?

Mori, Torani ve yazılacak olan kitap ile üçleme olacak. Yani anlayacağınız serinin üçüncü kitabı yazılmayı bekliyor. Nehir romanın özelliği gereği her zaman son kitap en zor ve yazma süreci en sıkıntılı olandır. Sanırım bu kitapla birlikte ben de emekli olurum. Çünkü bir kitabın yazılma, basılma ve okuyucuya ulaştıktan sonraki geçen iki üç yıl bir bütündür ve bu süre, o eserin özel zamanıdır, ondan çalamazsın. Bu süreçten sonra yeni bir sebebin ve yeni bir sevincin peşine düşeceğim. Yani dağ evine gideceğim.

 -Son olarak neler söylemek istersiniz? Teşekkürler

“Az çoktur,” deyip öyle yaşayalım.Size de az söyleyeyim siz çoğaltın. Teşekkür ederim.

 


Editor : Mehmet ÇELİK
TÜRKİYE GÜNDEMİ
ÇOK OKUNAN HABERLER
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR