USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
EĞİTİM

AKADEMİSYEN - ÇEVİRMEN HAYRULLAH ACAR İLE SÖYLEŞİ

Hayrullah Acar "Mardin Kürdoloji çalışmaları alanında dünyada önemli bir akademik çekim merkezi haline geldi.”

 AKADEMİSYEN  -  ÇEVİRMEN HAYRULLAH ACAR İLE SÖYLEŞİ
16-12-2021 22:35
16-12-2021 22:41
MARDİN
Google News

Hazırlayan: Metin Aydın –

 Yıllardır kesintisiz okurla buluşmayı bilmiş ve handiyse Türkçe yayınlanan Varlık Dergisi’nin Türk diline büyük katkısını, kendi meşrebince, bütün imkânsızlıklarına rağmen bir “mektep” ruhuyla Kürd diline vermeye çalışan Nûbihar Dergisi geleneğinden gelen Akademisyen - Çevirmen Hayrullah ACAR ile Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümündeki öğretim üyeliği üzerinden, akademi dünyasını, Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan Yaşayan Diller Enstitüsü serüvenini; yayınlanmış kitaplarını, başka dillerden Kürtçe’ye kazandırdığı çeviri eserlerini, çeviri bahsini, herkesin bir cenahta “mevzilendiği” kültür ve fikir alanında, “daha da kötü” durumda dediği Kürt mahallesindeki, “kalem erbabı, kişiyi teşvik edecek, ona cesaret verecek olumlu eleştiriyi vermede çokça cimri davranan” aydınları konuştuk…

 -Hayrullah ACAR kimdir?

Birçok Kürt gibi, doğduğumda zamanında nüfus kaydı yapılmadığı veya çeşitli nedenlerle ihmal edildiği için nüfus görevlilerinin inisiyatifleriyle verilen klasik bir doğum tarihine ben de sahibim: 1.1.1967. Bu tarihin ay ve günü zaten doğru değil, yılından da emin değilim. Muhtemelen bunun 1968 yılı olması lazım. Savur’a bağlı Sürgücü (Awîna)’da doğmuşum ve ilk çocukluğum burada geçmiş. Babamın vefatıyla verildiğim Mardin Çiftlik Yatılı Bölge Okulu’nda ilk ve ortaokulu okuyup, 1988 yılında liseyi Diyarbakır’da bitirdim. Aynı yıl sağlık memuru olarak Rize’ye atandım. 1989’da Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi bölümünü 3. yılında bırakarak, bu defa Ankara Üniversitesi DTCF Fars Dili ve Edebiyatı bölümünü 1996’da tamamladım. 1998 yılında Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü’nde akademik kariyerime başladım. Burada yüksek lisansımı bitirdikten sonra yine Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde 2003yılında başladığım doktora eğitimimi 2008’de tamamlayarak tekrar Diyarbakır’a döndüm. 2010 yılında dönemin siyasal şartlarında ilk defa Mardin’de kurulan, Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü, ardından Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak başladığım akademik kariyerime devam ediyorum. Evliyim ve üç kız çocuğu babasıyım.

 -Fars Dili ve Edebiyatından Kürt Dili ve Edebiyatına yönelişiniz nasıl gelişti?

Farsçaya olan sempatim üniversitede bu bölümü seçmemde etkili oldu. Fakat içimde Kürtçeye karşı olan ilgi, zaman zaman küllense de sönmeden hep bir köz olarak var olageldi. Kendimi bildim bileli okumaya meraklı, kitapla haşırneşir biriyim. Kürtçe elime aldığım ilk kitap Cegerxwîn’in “Sewra Azadî” adlı divanıydı. Allah selamet versin, Diyarbakır’da okuduğum sağlık koleji ya birinci ya da ikinci sınıfında bir hocamızda görmüştüm. Esrar, eroin gibi saklıyordu kitabı. Yıl 1984; askeri cuntanın etkisi her tarafta kendisini hissettiriyordu. Bir arkadaşımız, güvendiği bir kırtasiyede eline geçen kopyanın kopyası, silik, yazıları zor okunan Kürtçe tek tük eserleri fotokopiyle çoğaltıp bize de bir nüshasını veriyordu. Kendi imkânlarımla okuyup anlamaya çalışıyordum. Aslında bu “uyanış”ın kökleri daha da eskiye dayanıyor. Yatılı okulda ismini ilk duyduğum politik manada Kürt kişilik Şıvan Perwer’di. Ayrıca, farkında olmadığımız bu kimliğimizi henüz ilkokul dördüncü sınıfta hakaret amacıyla bize öğrettiler! Sınıf öğretmenimizin hazır olmadığı bir günde, dersler boş geçmesin diye sınıfa giren öğretmen –kendisi dindar biri olmamasına rağmen- din dersinde hiç unutmam, birdenbire şöyle söze girdi: “Vatanını seven her insan Cennet’e girecek. Ben de vatanını, milletini seven biri olarak elbette cennet’e gireceğim. Fakat siz Kürtler bölücü olduğunuz ve bu vatanı sevmediğiniz için Cehennem’e gireceksiniz.” Şimdi bu yaştaki çocuklar bu meseleyi nasıl anlasın! Çocuk aklımla kendi kendime, “Tamam, biz her ne kadar Kürtçe konuşsak da zaten Türk değil miydik?” Demek ki biz Türk değilmişiz ve Kürdmüşüz. Daha sonra buna ilave olarak dışımızda esen kuvvetli sol politik ortamın etkisiyle çocuk olsak bile aidiyetimizi hatırlatan bu söylemlerin atmosferinde büyüdük. Dicle Üniversitesi’nde Fars Dili ve Edebiyatı’nda başladığım akademik hayatımın ilk yıllarında, alanımla ilgili çalışmaların yanında Kürtçe yazılar da yazar, Farsça ve Türkçe’den Kürtçe’ye tercümeler yapar, o sırada 1992yılından beri çıkmakta olan Nûbihar dergisine gönderirdim. (Bu arada Nûbihar dergisinin hem benim üzerimde hem de bugün Kürt kültür hayatının farklı kesimlerinde eserleriyle yer alan yüzlerce kişinin yetişmesinde gerçek manada bir mektep görevini gördüğünü belirtmek lazım.) Mesai arkadaşlarım bu yayınları masamda gördüklerinde, “Yahu biz bunları evimizde bulundurmaktan korkuyoruz, sen üniversiteye getiriyorsun” diye takılıyorlardı. Bunları dile getirmemin amacı Kürdçe müktesebatımızın evveliyatını belirtmek içindi. Bu sırada yüksek lisans ve Ankara’da doktora eğitimini de bitirip tekrar Diyarbakır’a döndüğümde Mardin’deki oluşum yeni başlamıştı. Bu işi yüklenebilecek kadro arayışları devam ediyordu. Dicle Üniversitesinden değerli dostum Abdurrahman Adak ve Bilkent Üniversitesinde benim gibi doktorasını yeni bitiren Selim Temo arkadaşımızın çağrılarıyla üçüncü kişi olarak Mardin’e geçtim. Daha sonra yine Dicle’den rahmetli Kadri Yıldırım hocayı da Mardin’e gelmeye ikna ederek ilk çekirdek sayımızı dörde çıkardık. Tabi bu oluşumun kuruluşunda birinci derecede rol oynayan ilk Rektörümüz Serdar Bedii Omay’ın değerli çabasını en başta belirtmek lazım.

 -Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan “Yaşayan Diller Bölümü”nde; Kürt dilinin gelişmesi başta olmak üzere farklı disiplinlerde üreten Kürt aydınlarının imkân bulduğu, Kürtçe üzerine yoğunlaşan öğrencilerin akademik anlamda ciddi katkı gördüğü kadroda ismi öne çıkanlardansınız... Dünden bugüne, bu deneyim hakkında neler söylemek istersiniz?

-Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde 2010 yılında kurulan Yaşayan Diller Enstitüsü, dönemin ülke siyasetine hâkim olan demokratikleşme ruhuna paralel olarak bu dönemin en somut adımlarından biri olarak kuruldu. Ardından yine bu enstitü kadar önemli, Edebiyat fakültesi bünyesinde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü de kurularak ilk defa üniversite seçme sınavıyla bölüme öğrenci alındı. Dünyanın dört bir yanından, alanında başarılı olmuş seçkin bir akademik kadroyla lehte ve aleyhte gündemi sürekli meşgul eden bir kurum olduk. Ülkedeki yüzlerce üniversitede var olan yine yüzlerce Türkoloji ve diğer dillere ait akademik birimlerin yanında, kurulan tek Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü ve enstitüsü olarak hazımsızlıklarla yüz yüze geldik. Yani, akademik bir kurum olarak dönemin zıt siyasal kutupları arasında en büyük sıkıntıları biz çektik. Anlayacağınız bu dönemde ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildik. Bizler her ne kadar işimizi yapsak ve kimselere yaranma gibi bir dert içinde olmasak da, kavga hep bizim sahamızdaydı. Biraz abartılı olabilir ancak her şeye rağmen Mardin Kürdoloji çalışmaları alanında dünyada önemli bir akademik çekim merkezi haline geldi. Şimdiye kadar 1500’ü aşkın tezsiz yüksek lisans öğrencisinin yanısıra 200’e yakın tezli yüksek lisans ve bir o kadar da lisans mezunu öğrenci yetiştirdik. Bizden sonra diğer üniversitelerde açılan bölümlerden de çok sayıda öğrenci yetiştirildi. Bu durum yazarından okuyucusuna ve yayıncısına kadar Kürtçe üzerindeki ölü toprağının atılması ve her alanda yüzlerce Kürtçe eserlerin üretilmesinin yolunu açtı. Mardin bu gelişimin en önemli merkezlerinden biri oldu. Fakat maalesef bu bahar havası aynı aşk ve şevkle devam etmedi. Dışımızdaki değişim ve demokratikleşmeye karşı olan mutaassıp hava ile sürecin hep böyle devam edeceğini düşünüp, bu baş döndürücü ilgiyle farklı gündemlere kapılıp giden dönemin üniversite yönetimi bu heyecanın kısa süreli olmasına sebebiyet verdi. Bugün akademik kadrolarımızın yarıdan fazlası ihraçlar ve sözleşmelerinin yenilenmemesi yoluyla azalmış durumdadır. Mezun ettiğimiz yüzlerce öğrencimiz ihtiyaç olmasına rağmen kadrosuz bırakılmaktadır. Fakat her şeye rağmen bu akademik süreç devam etmektedir.

 -“Akademi” ve “Akademisyen" kavramlarının sizdeki karşılığı nedir? Akademik kimliğinizin oluşmasında kimlerden katkı gördünüz? Ve akademide hangi alanlara yoğunlaştınız?

Akademi bilginin özel formlarda üretildiği yerdir. Aslında herkes kendisi ve hayat hakkında bilgi üretir. Bu da onların hakkıdır. Bu şekilde bilgi üretim sürecinde akademi dışında herkesin katılımı hayatın bilgisini çoğullaştırır ve farklı bakışları görme şansımız olur. Herkesin bilgi üretimi sürecine katılması da aynı zamanda felsefi üretimin yaygınlaştırılmasına yardım eder. Bu şekilde herkesin düşündüğü ve felsefe yaptığı bir toplumda yaşama şansına erişiriz. Oysa akademi bilgiyi belli formlarda üreterek bilgi üretim sürecinde tekel kurar. Bu bakımdan akademi hegemonya içerir. Genellikle fildişi kulelerinde oturanlara hizmet eder. Bu nedenle akademinin içine yerleşen herkesin “hizmetkâr” olma riski yüksektir. Bundan kurtulmanın yolu da eleştirel yaklaşımlarla hegemonyadan kurtulmaktır. Bizim de çabamız bu yöndedir. Fildişi kulelerinde oturanlara değil içinden geldiğimiz kendi halkımıza hizmet etmek için çabalıyoruz. Akademik perspektif her ne kadar önemli ölçüde lisansüstü programlarda şekillense de aslında hayat boyu birikerek oluşur. Üniversiter sistem içinde sağlık bilimlerinden dil bilimlerine uzanan yolculuğumda elbette birçok unsur almışımdır. Bununla birlikte bugün bulunduğum akademik konum itibariyle tamamen onlarla değil, aynı zamanda onlara rağmen de bazı unsurlar kattığımı görmekteyim. Kuşkusuz bunun önemli bir sebebi beslendiğim kaynakların akademiyanın dışına taşmasıdır. Doğu dillerini okumak irfanı okumaktır. Mevlana’yı, Hafız’ı, Xanî’yi, Melayê Ciziri’yi……okumaktır. İrfan iktidara değil sadece hakikate mutidir. İrfan, modern iktidarların dar dünyalarına sığmaz. Hakikat deryalarında gezinir. Bu da kaçınılmaz olarak daha eleştirel bir perspektife sahip olmanıza neden olur. Yine yok sayılmış, itibarsızlaştırılmış ve ölüme mahkum edilmiş dilleri ve kültürleri çalışmak, onların varolma direnişlerine eşlik etmek akademik perspektifimizi belirliyor. Diğer branşlarda olduğu gibi Kürdoloji çalışmalarında da belirli bir alandayoğunlaşmak, derinleşmek kişiyi daha derinlikli ve özellikli çalışmalara sevkedecektir. Türkiye üniversitelerinin bazılarında Kürdoloji alanında lisansüstü eğitim veren enstitülerin eğitime başlaması “mektepli” kürdologların yetişmesinin yolunu açtı. Hani meşhur  “Memlekette Oxford vardı da biz mi okumadık” söylemiyle bakılacak olursa; bugün Türkiye’de Kürdoloji bölümlerinin kuruluşunda yer alan çekirdek akademisyenlerin hiçbiri akademik manada formel bir Kürdoloji eğitimi almadı. Çünkü böyle bir kurum yoktu. Bahsettiğim kadronun tümü akademik kariyerlerini farklı disiplinlerde yaptılar. Bu akademisyenlerin memlekette Kürtçe yazıp çizmenin yasak olduğu dönemlerde bu alanda yazıp çizdikleriyle geniş bir müktesebat ortaya koymaları kendilerini “alaylı” kılan en temel özelliklerdir. Ama şimdi yavaş da olsa durum değişiyor. Kürt Dili ve Edebiyatı lisansını bitiren bir öğrenci aynı alanda yüksek lisansını ve doktorasını bitirip alanında uzmanlaşabiliyor. Bu şekilde eğitimlerini tamamlayan öğrencilerimizin sayısı gün geçtikçe artıyor. İşte size “mektepli” Kürdologlar. Gerçi bahsettiğim ilk nesil olan bizler her ne kadar farklı disiplinlerden geldiysek de doktora sonrası akademik derecelerimizi Kürdoloji alanında elde ederek akademik olarak Türkiye’de saff-ı evvelde (ilk safta) yer aldık. Yoğunlaşma meselesine gelirsek, bizim neslimiz yasaklı dönemde hangi konularda fahri olarak çalıştılarsa bu gün de resmi olarak aynı alanda çalışmalarına devam ediyorlar. Bu çerçevede ben de doğu dilleri/fars dili geçmişim itibariyle çalışmalarımı klasik Kürt edebiyatı tarihi, klasik metinler şerhi alanında yoğunlaştırmaya çalışıyorum. Ayrıca Kürt basın tarihi de ilgilenmeye çalıştığım diğer bir konu.

 -Çalışmalarınızdan (kitaplarınızdan) bahseder misiniz?

MEB için Ortaöğretim Kürtçe Seçmeli Ders Kitabı olarak komisyon halinde hazırladığımız ve okullarda ders kitabı olarak okutulan 3 kitabın haricinde şimdiye kadar yayınlanmış dört kitabım mevcuttur. İlk kitabım, XIV. yüzyılda Azerbaycan / Şirvanşahlar döneminde yaşamış İbrahim bin Muhammedadlı bir yazar tarafından devlet yöneticilerine devlet yönetim felsefesi ile ilgili tavsiyelerde bulunan ve İslami edebiyat literatüründe Siyasetname/Nasihatname olarak yer alan doktora çalışmam, “Devlet ve İnsan Siyasetin İlkeleri, Yöneticilerin Vasıfları Adabu'l-Hilafe ve Esbabu'l-Hisafe” adıyla Büyüyenay yayınları arasında yayınlandı. İkinci kitap iseKürtçede çok dilli sözlük çalışmalarına mütevazi bir giriş mahiyetindeki ortak bir çalışmayla hazırladık... Hint-Avrupa dil ailesinden olan Kürtçe-Farsça-İngilizce dilleri arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları göstermek ve öğrenmeye yardımcı olmak amacıyla hazırladığımız kitabımız “Ferhanga Pirzimanî”, 2011 yılında Nûbihar yayınlarından okuyucu ile buluştu. Üçüncü kitap, Klasik Kürt edebiyatıyla ilgili son yıllardaki en büyük edebi keşiflerden biri sayılması gereken çalışma “Dîwana Şêx Ehmedê Feqîr”, 18. Yüzyılda Botan/Cizre Beyliği döneminde yaşamış ve varlığından Dîvan’ı yoluyla haberdar olduğumuz mutasavvıf ve âlim bir kişilik olan Şêx Ahmedê Feqîr adlı bir şairin eseridir. Divanın yer aldığı yegâne el yazma nüsha ne mutlu ki şairin aile kütüphanesinde başına bir şey gelmeden günümüze kadar ulaşmış. Bu Divan klasik Kürt edebiyatında bir kaç özelliğinden dolayı büyük bir kıymete sahiptir. Eser, Klasik Kürt edebiyatında Melayê Cizîrî ve Pertew Begê Hekkarî’nin divanlarından sonra mürettep divan kategorisinde günümüze ulaşan üçüncü divan olma özelliğine sahiptir. Yine, klasik Kürt edebiyatında bu eser müellif hattıyla günümüze ulaşan tek eserdir. Kürt edebiyatı için eşsiz bir hazine hüviyetindeki eserin Nûbihar yayınlarından çıkan baskısı bitmiş olmasına rağmen hakettiği ilgiyi gördüğünü düşünmüyorum. Son kitabımsa, 2021 Kasım ayında, yine Nûbihar Yayınları’ndan yayınlanan “Eşqname - 100 Xezelên Bijartî Yên Mewlana” isimli eserimizdir. Miladi 13. Yüzyılda yaşamış İranlı büyük şair ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rûmî’nin Divan-i Kebir ya da Divan-ı Şems-i Tebrizi adıyla da bilinen ve elli bin beyti aşkın muazzam eserinden tadımlık diyebileceğimiz 100 gazelinin manzum çevirisini içermektedir. Mevlana’nın etkisi yalnızca bir ulusla veya etnik bir kimlikle sınırlı kalmayarak, pek çok farklı milletlere ve coğrafyalara ulaştı. Eserleri dünya çapında onlarca dile çevrildi. Bu muazzam eseri Kürtçeye bir güldeste ile de olsa kazandırma motivasyonu ile yazdığımız eserinbaşında Mevlana’nın hayatı, eserleri, fikirleri ve poetik yönünü irdeleyen bölümle beraber, son kısımda şairin diğer bir klasiği olan Mesnevi’sinden ve rubailerinden seçmeler de yer almaktadır.

 -Mevlana’dan 100 seçme şiiri “Eşqname” adıyla Kürtçeye kazandırdınız… Okurla buluşturduğunuz bu netameli işin altından nasıl kalktınız? Edebiyat çevrelerince kitabınız nasıl karşılandı?

Bu kitabın ortaya çıkma fikri 2007-2008 yıllarına kadar geri gider. Doktora eğitimi döneminde DTCF’deki hocalarımız tarafından, değişik akademik ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği Mevlana Araştırmaları Derneği adıyla bir dernek kurulmuştu. Dernekte her hafta Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inden bir gazelin şerh edildiği bir program da vardı. Bu programda bazı hocalar işleyecekleri gazelin Farsça metniyle beraber Türkçe metnini bazıları nesren, bazıları da nazmen yazıp not kabilinden misafirlere veriyorlardı. O zaman bende de bu gazellerin Kürtçe manzum çevirilerini yapma fikri hâsıl oldu. İlk çevirdiğim gazeli “Bajarê Evînê / Aşk Şehri” adıyla Nûbihar’da yayımladım. O günden bu yana Nûbihar’ın her sayısında yayınladığım bir ya da iki gazel tercümesi, kitap teşkil edecek bir birikime ulaştı. İran klasiklerinden Kürtçeye yapılan çeşitli çeviriler olmakla beraber bunların sayısal olarak yeterli düzeyde olduğunu söyleyemeyiz. Dil itibarıyla akraba olduğumuz, ortak bir tarihi ve kültürel geçmişe sahip olduğumuz ve şairlerimizi dil ve kültürüyle büyük bir oranda etkilemiş bulunan Farsçadan Kürtçeye çok daha fazla tercümenin olması gerekirdi. Başlangıçtan günümüze kadar klasik tarzda eser vermiş pek çok Kürt şair, kendi ana dilinin yanı sıra Farsça ile de eserler kaleme almışlardır. Fakat FarsçadanKürtçeye çevirilere baktığımızda bunun sayısının az olduğunu görmekteyiz.Son dönemlerde Mevlana’nın Mesnevisi, Hafız’ın Divanı, Sa’dî’nin Bostan ve Gülistan’ı, Şeyh Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Raz’ı, Hayyam’ın Rübaileri, Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ından Şeyh San’anhikâyesi gibi eserlerden bazen kısmen, bazen tamamen Kürtçeyefarklı kişilerden tercümeler yapılmış olsa bile Mevlana’nın Dîvan-ı Kebir’inden yapılan bu seçki Kurmanci’de ilktir diyebiliriz.Zorlu bir iş dediniz. Gerçekten farklı bir dilden, dünya edebiyatının en seçkin metinlerinden biri olan ve Fars edebiyatının zirvesinde yer alan bu gazelleri, yine şiir tadı ve ahenginde Kürtçeye çevirmek benim için kolay olmadı. Bu işte ne kadar başarılı olduğumuzu elbette bu işin uzmanları ve okuyucular takdir edecektir. Çeviri sanatı konusunda kalem oynatan bu işin erbablarının da dile getirdiği gibi şiir çevirileri, çeviri bilim ve çeviri eylemi açısından aktarılması zor, kimi zaman da imkansız olarak değerlendirilmektedir. Aslında bunu iddia etmek gayet doğaldır, çünkü şiir zaten başlı başına gerçekleştirilmesi zor olan bir sanat ve eylemdir. Dolayısıyla zor olan bir eylemi aktarmak, hele hele manzum olarak bu işe yeltenmek doğal olarak kolay olmayacaktır. Zor olan, bunu çeviride ortaya çıkartmak ve hedef dile layıkıyla yansıtmaktır. Kitapla ilgili geri dönüşler henüz kitap piyasaya yeni girdiği için yeterli düzeyde değilse de, çevirilerimin Nûbihar’da yayınlamaya başladığı 2008’den bu yana pek çok kişiden çok olumlu tepkiler aldım. Halen almaya devam ediyorum. Bunları bir an önce kitap haline getirip yayınlamam için çok dostlardan teşvikler aldım. Çevirilerim ile ilgili eleştirilerin yüzde 95’inden fazlası olumluydu. Komik gelecek ama bu süre zarfında klasik fars edebiyatına aşina dostlardan bazı şiirler için “istek”ler bile aldım. Olumlu yaklaşanların ortak tepkisi, “Bu çevirilerde çeviri kokusu gelmiyor. Okuyan, sanki şair bunları Kürtçe yazmış.” şeklindeydi. Kalem erbabı, kişiyi teşvik edecek, ona cesaret verecek olumlu eleştiriyi vermede çokça cimri davranıyor. Bu durum herkesin bir cenahta“mevzilendiği” Kürt mahallesinde daha da kötü. Çıkan bir eser“senden” değilse görmezden gelinir, değerlendirilmez ve yok sayılır. Genel bir durum olmakla beraber“kırk kişiyiz kırkımız da birbirimizi tanırız” diyebileceğimiz Kürt çevresindebu durum daha da göze batıyor. Nihayetinde kendi kitabım için söyleyecek olursam eleştiriler olumluydu.

 -Hafiz, Sa’dî ve başka şairlerden de yaptığınız çevirileriniz var… Bu çerçevede Kürt edebiyatında çeviri konusunda neler söylenebilir?

Cumhuriyetin ilk yıllarında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel başkanlığında kurulan tercüme kurulunda doğudan batıya en temel klasikler Türkçeye kazandırıldı. Bu kurula başkanlık eden Nurullah Ataç’ınyanısıra Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin Ali, Enver Ziya Karal, Halide Edip Adıvar, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Vedat Günyol’un da aralarında bulunduğu pek çok yazar, devlet tarafından istihdam edilerek sözkonusu dünya klasiklerini tercüme işine koyuldular. Altı yıl içerisinde Eski Yunanca’dan tutun, Latince’den, Fransızca, Almanca, Rusça, İngilizce, Arapça ve Farsça’dan 496 eseri Türkçe’ye kazandırdılar. Bu eserlerin okunmasını teşvik amacıyla çok cüzi bir fiyatla satışını sağladılar. Dilimizin tasasını çekecek etkili ve devamlı bir kurumumuzun olmaması bu ciddi ve külfetli işin bir avuç “hamiyetperver”in şahsi çabası ve becerisine mahkûm kaldığını söyleyebiliriz. Doğrusu bu çeviri konusu bir makale hatta bir kitap konusu olabilecek geniş bir boyuttadır. Fakat özet bir tablo ortaya koyacak olursak şunları söyleyebiliriz: Kürtçe’de çevirinin geçmişinden sistematik bir şekilde bahsetmek sadece başka dillerden Kürtçe’ye yapılan çevirileri değil, Kürtçe’den de başka dillere -varsa- yapılanları da konuya dâhil etmeyi gerektiriyor. Burada mevzubahis olan başka dillerden Kürtçe’ye yapılan çeviriler olmakla birlikte ikincisiyle yani Kürtçe’den başka dillere yapılan çevirilere de genel bir bilgi olarak burada yer vermek istiyorum. İbn-i Vahşiyye olarak bilinen ve miladi 10.yüzyılda Endülüs Emevileri döneminde yaşamış Keldani asıllı bilgin Ebubekir Ehmed b. ‘Elîb. Hersîya en Nibtî, Şewqu’l-Musteham fî Me’rîfetiRumûzi’l-Eqlam adlı eserinde Bağdat’ta bir lahid içerisinde bulduğu ve Kürtçe yazılmış 30 eserden iki tanesini insanlık yararına Arapçaya tercüme ettiğini beyan eder. Bu eserlerden bir tanesi; hurma tarımı ile alakalı Îflahu’l-Kermwe’n-Nexl; diğeri de yer altı sularını tespit yöntemleri ve bunu tarımda kullanmayı konu edinen Tesbîtu’l-Mîyah adlı eserler Kürtçe’den başka dillere yapılan en eski tercümelerdir. Bir diğeri, Nazmî mahlaslı Aşık Osman Efendi tarafından1866 yılında Kürtçe’den Türkçe’ye yapılan ilk Mem û Zîn çevirisinden bahsetmek lazım.  Daha sonra aynı eserin iki farklı Türkçe tercümesinin daha olduğunu da belirtelim. Rusya’nın Erzurum konsolosu Alexandre Jaba, Molla Mahmudê Bazîdî’nin bir çok eserini 1860’larda Kürtçe’den Fransızca’ya çevirmiştir.Nureddin Zaza Hawar dergisinde neşrettiği bazı hikayelerle beraber, 1968 yılında ölümünden bir yıl önce Mem û Zîn’i Fransızca’ya çevirmiştir. Yine Mehmet Emin Bozarslan 1968’de aynı eseri Türkçe’ye çevirmiştir. Başka dillerden Kürtçeye yapılan tercümeler ise sadece edebi tercümelerden ibaret değil. Dini ve tarihi pek çok tercümeleri de bu kategoriye ekleyebiliriz. Bu gün Türkçe, Arapça ve Farsça’dan tutun İngiliz ve Amerikan edebiyatına; Ermenice’den tutun Yunanca ve Süryanice’ye kadar daha pek çok dilden Kürtçe’ye bir hayli eser tercüme edilmiştir ve edilmeye devam etmektedir. Güçlü bir kurum ve sponsordan mahrum, bu kadar tercümenin yapılması işte bu bahsettiğimiz hamiyetli insanların şahsi fedakârlıklarıyla gerçekleşmiştir.

 -Bir dilin gelişmesinde çevirinin büyük bir etkisinin olduğu herkesin malumu… Kürtçe ekseninde bu süreç nasıl seyrediyor?

Farklı sosyal ve kültürel yapılara sahip toplumların birbirlerini tanımalarının farklı yolları vardır. Çeviri faaliyeti kültürler arası ilişkiyi sağlayan bu yollardan biri olarak karşımıza çıkıyor. İlmi, teknik ve kültürel alanlardaki katkılarından dolayı, çeviri konusu, aşağı yukarı her medenî ülkede, üzerinde durulan edebî bir faaliyet türü olagelmiştir. Konuyu daha geniş çerçevede bir kültür öğesi olarak ele alanlara göre ise çeviri, "milletlerin uyanış devirlerine yaratıcılık kudretini veren" atılımcı bir çabadır. Bu noktada denilebilir ki eski Yunan uyanışının temelinde Anadolu, Fenike ve Mısır’dan yapılan çeviriler ne kadar etkili olmuşsa; İslâm uyanışının temelinde de Yunan, Nesturi ve Yakubî dil ve kültür havzasından Arap diline yapılan çevirilerin o kadar etkisi olmuştur. Halife Me’mun’un iktidarda olduğu Abbasilerin en parlak döneminde Bağdat’ta 830 yılında “Beytülhikme” adında bir tercüme okulunun kurulduğunu ve burada Yunanca ve Süryaniceden başta tıp, matematik ve felsefe alanlarında yüzlerce eserin Arapçaya tercüme edildiğini biliyoruz. Denilebilir ki farklı fikirlerin birbirine eklemlenerek ya da tabiri caizse birbirlerini dölleyerek yeni fikirler oluşturmasının temelinde yine çeviri faaliyeti bulunmaktadır. Kültürüve medeniyeti ileri milletlerin düşünce, edebiyat ve sanat eserlerinin Kürtçe’ye çevrilmesiyle dilimiz ve kültürümüz gelişecek, bu tercümeler yoluyla okuyucularseçkin eserlerle yüz yüze getirilerek yazarların daha kaliteli eserler yazmaları sağlanarak, daha gelişmiş ve modern bir edebiyatın kurulmasının yolu açılmış olacaktır. Çünkü farklı toplumların değeri herkesçe kabul görmüş ölümsüz eserlerinin bilinmesi ve yaygınlaştırılması manasındaki tercüme hareketinin faydalarını inkâr etmek ya da küçük görmek mümkün değildir.

 -İleriye dönük planlarınız nelerdir?

Çalışmalarımıza devam edeceğiz. Öğrencilerimizi donanımlı yetiştirme yolunda imkânlarımız ölçüsünde elimizden geleni esirgemeyeceğiz. Kürt dili kültürü ve edebiyatı ile ilgilenen çok değerli bir akademik kadromuz var. Ve hep birlikte kendi işimizi yapmaya hevesli ve azimliyiz.

 -Son olarak neler söylemek istersiniz? Teşekkürler mamoste Hayrullah.

Böyle bir fırsatı verdiğiniz ben teşekkür ederim.


Editor : Mehmet ÇELİK
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
ANKET TÜMÜ
ARŞİV ARAMA
E-GAZETE TÜMÜ
PUAN DURUMU TÜMÜ
TAKIMOPuanAV.
1Galatasaray3081+48
2Fenerbahçe3079+54
3Trabzonspor3049+11
4Beşiktaş3046+4
5Kasımpaşa3043-2
6Başakşehir FK3042+3
7Çaykur Rizespor3042-11
8Antalyaspor3041+2
9Adana Demirspor3039+7
10Alanyaspor3039-4
11Sivasspor3038-7
12Samsunspor3036-6
13Kayserispor3036-7
14MKE Ankaragücü3033-3
15Hatayspor3033-4
16Konyaspor3033-11
17Gaziantep FK3031-10
18Fatih Karagümrük3030-4
19Pendikspor3029-27
20İstanbulspor3013-33
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ