
Sabahattin Ali eserinde aşkı; ?bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey? olarak tanımlıyor ve ekliyor; ?sevmek ve hoşlanmak başka, istemek bütün ruhuyla... Aşk bence istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek??
Buruk bir aşkın dokunaklı hikayesi, Hamdi Bey´in yanında işe başlayan Rasim´in oda arkadaşı Raif Efendi´yle nasıl tanıştığına yer verilerek başlamıştır. Rasim, Raif Efendi´yi anlatırken; ?Bütün mesele etrafındakilerin onu tanımamasındaydı ve o da kendini tanıtmak için herhangi bir teşebbüste bulunacak adam değildi? cümlelerini kuruyor. Raif Efendi´nin kendi dünyasında yaşayan ama görevini sadakatle yapmaya çalışan biri oluşu, gözünden kaçmamış ama onun bu kadar sessiz duruşunu hayretle karşılamış ve onu yakından tanıyarak bunun sebebini öğrenmek istemiştir.
Kürk Mantolu Madonna´yı okurken hikaye içinde hikaye okuyor gibi hissedebilirsiniz. Birbiriyle bağlantılı bu hikayelerin birincisi, Rasim´in Raif Efendi ile tanışma ve yakınlaşma sahnelerinden oluşur. İkincisi ise, Raif Efendi´nin özel hayatına inilerek, Maria Puder ile yaşadığı aşkı yazdığı defterde tüm gerçekliğiyle okuyucunun gözleri önüne serilir.
Raif Efendi, hasta olduğu zamanlarda işlerini evden yürüten biridir. Rasim, zamanları aynı odada geçmesine rağmen kendini insanlara kapatan Raif Efendi´yi, evlerine hasta ziyareti için uğradığında yakından tanır, tanıdıkça sever. Evdeki kalabalığa ve Raif Efendi´nin evdeki misyonuna bir hayli şaşıran Rasim´i bu durum oldukça üzer. Hastalığının ciddiyetinin farkında olduğu için Rasim´den çalışma odasındaki eşyalarını getirmesini isteyen Raif Efendi´nin durumu ciddidir. Eşyalarını ona ulaştıran Rasim´den eşyaların arasındaki defteri bulundukları odadaki sobada yakmasını ister. Bunun doğru olmadığı kanaatini taşıyan Rasim, sadece bir gece günlüğün kendisinde kalmasını ister ve böylece okuduklarıyla ıssız ve yalnız duygularla dolu bir insanın hayatının öteki yüzüne şahitlik eder.
Raif Efendi, bir sebeple Almanya´da çalışmak durumundadır. Sanata karşı ilgilidir ve gittiği sergide bir tabloya vurulduğunu zannetse de, vurulduğu aslında uyumdur, zerafettir, duruştur. Her gün o portreye bakabilmek için serginin müdavimi olmuştur. Sergide rastladığı ve aklından bir türlü çıkaramadığı tablodaki kişi aynı zamanda portrenin ressamıdır ve onunla karşı karşıya geldiği andan itibaren tüm hayatı değişir. Kürk Mantolu Madonna karşısındadır artık; Maria Puder...
Ruhuyla sevmek; benliğini vermektir aslında. Nedensiz, beklentisiz; kim bilir belki ?ben´ olmaktan bile vazgeçip karşındaki ?sen´ olabilmektir. Raif Efendi günlüğüne, her ruhun kendine benzeyene aktığını ve bunun karşı konulamaz olduğunu şu cümlelerle anlatmış; ?Muhakkak ki, bütün insanların birer ruhu vardı, ama bir çoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman, bize ve bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya bile lüzum görmeden meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya ?ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu.?
Gerek Maria´yı incitmeden sevme çabası gerekse içine kapanık oluşu bu aşkın seyrini değiştirir. ?Kafamın içinde ona söyleyecek sonsuz şeyler olduğunu biliyordum, senelerce söylense bitmeyecek şeyler? diyen Raif Efendi´ye bazı sayfalarda içten içe duygularını aktarmasını ve buna sahip çıkmasını telkin bile etmiş olabilirim. Eseri incelikle okuyanlar Maria karakterini ikiye ayırabileceğimiz tespitime kanaatimce katılacaklardır; Raif´ten önceki ve Raif´ten sonraki Maria Puder? Maria, Raif ´e göre duygularını daha net ve çekinmeden söylüyor gibi görünse de, ona olan aşkını kendine bile itiraf etmekten çekinen bir kadın profilidir. Raif ise hep aynı Raif tir; ?zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim. Bu hal gerçi bir çok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim? diye tanımlar kendini ve duygularını dışa vurmaktan her daim çekinir.
Birbirleriyle geçirdikleri vakitlerde ne kadar benzediklerini farkederler. Maria sevgisini Raif Efendi´ye bu süreçte asla itiraf edemez. Bir gün hastalanır, bunu öğrenen Raif Efendi hastaneye onun yanına gider ve gün boyunca hastanenin bahçesinde onu görmek için bekler. Beklerken de, ?Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş? diye düşünür. Hastanede kaldığı süre zarfında sevdiği kadının hep yanında olan Raif, eve çıktıklarında beklediği cümleleri duyar Maria´nın ağzından: ?Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum??
Raif Efendi´ye memleketten babasının vefat haberi gelir. Bir süreliğine tekrar buluşmak üzere ayrılırlar fakat bu ayrılık umdukları gibi kısa sürmez. Memlekette eniştelerinin onu kandırıp mirasın büyük çoğunluğuna el koymasına aldırış etmeyen Raif Efendi, sevdiği için uğraşır, evi yeniden restore eder ve bir mektup yazar Maria´ya. Maria´dan ses yoktur zira. Ona ulaşma çabası sonuçsuz kalır. Bir an bile kalbinden çıkmayan Maria´ya kırgın olmadığını düşünse de Raif Efendi, onun hakkında yanlış düşünceler geçirir aklından. Maria´nın onu unuttuğunu zanneder ve uzaktan yargılar onu. Hayata küser ve evlenir: ?Evlendim, daha o gün karımın bana ne kadar uzak olduğunu anladım. Çocuklarım oldu, onları sevdim fakat hayatta kaybetmiş olduğum şeyi bana asla veremeyeceklerini bile bile.?
Fakat yazıştıkları mektuplarda Maria´nın ona bir sürprizi olacağı yazıyordu. Aradan yıllar geçmişti. Bir gün Almanya´dayken tanıştıkları ortak bir tanıdıklarıyla karşılaşan Raif Efendi, Maria´nın kızlarını dünyaya getirirken vefat ettiğini duyunca, dünyası başına yıkılır ve hastalanıp yatağa düşer. ?On sene, tam on sene zavallı ruhumun bütün kırgınlığıyla, bir ölüye kızmış, bir ölüyü suçlu tutmuşum?? ve ?demek on sene evvel ölmüştü. Ben onu beklerken, evimi ona kabule hazırlarken ölmüştü. Hiç kimseye birşey söylemeden, beni imkansızlıklar içinde kıvrandırmamak, beni sıkıntıya sokmamak için, bütün sırlarını beraber alarak ölmüştü? der içten içe.
Raif Efendi, hiçbir zaman hakkıyla duygularını dile getirememenin bedelini ağır ödüyordu. Karşısında duran Maria Puder´den olan kızı olmasına rağmen, yine saklıyordu duygularını, saklanıyordu kendi içinde? Artık içinde saklayamayacak kadar daraldığını hissedince bu defter yetişmişti imdadına; ?söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum. Kime? Şu koskoca dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime, ne anlatabilirim? On seneden beri hiç kimseye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem, yalnız söyleyebilsem? diyordu ilk kez.
Aşk, sabırla yoğurulunca cesurdu. Ve cesaret, arkasında durmayı gerektirirdi. Sabır vazgeçmemekti, Raif Efendi ise, vazgeçmişti kendinden bile? Her şey için çok geç kalınmıştı. Canından çok sevdiği Maria´sı hayatta değildi artık, adını bile soramadığı kızları ise başkalarının yanında büyüyordu ve bunu öğrendiğinde Raif Efendi için de doktorların yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Bütün sırrını Rasim´e emanet ederek gözlerini hayata kapatmıştı.
Havran´dan İstanbul´a, İstanbul´dan Almanya´ya uzanan ve Ankara´da biten bir hayat yolculuğu satırlara dökülmüş ve bir gecede okunmuştu.
1943 yılında yayımlanan ve aynı zamanda bir klasik olan Kürk Mantolu Madonna, aşk temalı olsa da esasen sevdiğinden uzak düşen birinin, kalabalıklar arasındaki yalnızlığı, münzevi bir hayat sürmeyi tercih etmesini anlatır. 1907´de doğan Sabahattin Ali hem ortaya koyduğu eserler hem de 1948´deki faili meçhul ölümüyle her zaman konuşulup, tartışılmıştır.
Şemsi Tebrizi ile başladığım yazımı Mevlana ile bitirmek istiyorum: ?Aşk; sandığın kadar değil, yandığın kadardır.? İyi Okumalar?