TERTEMİZ DELİRMEYİNCE UNUTULMUYORDU UNUTMADIM

Nesrin Bulat
Nesrin Bulat
 TERTEMİZ DELİRMEYİNCE UNUTULMUYORDU  UNUTMADIM
27-06-2023

Sıcak...

Dayanılması güç.

Kimse bana sıcağı bu derece hissetmenin psikolojik olduğunu söylemesin.

İnsan, Mersin'deki Adana'daki İzmir'deki sıcağı kendi zihnin de mi yaratır?

 Peki, sıcakta Hasret Gültekin dinlemek de ne oluyor?

 Utanmak için mi dinliyorum? Sıcağa sıcak dememek için belki de.

Ne dersem diyeyim nasıl yorumlarsam yorumlayayım, kül olup gitmeden önce genç bir bedenin ateşi beklerken hissettiğini hissedemem.

 Bundan bir saat önce klimamın olmayışına üzüldüğüme inanamıyorum ya da denize giremeyişime, esmiyor diye kahredişime ne demeli?

Giysilerim tutuşsaydı, saçlarım ya da kirpiklerim...

Tanrım, bu topraklarda yaşamak neden bu kadar utançlı? İnsansının insana yaptıklarının telafisizliği...

Aslında bunları yazmak için oturmamıştım bilgisayarımın başına.

 Bir öyküye başlar mıyım ki umuduyla oturmuş, kafamda oluşan iki konudan hangisi öyküye evrilir diye düşünüyordum.

Yazarken müzik dinlemek gibi bir alışkanlığım var ve  Hasret'i dinlerken buldum kendimi. Sonra aklıma gelen her şeyi yazmaya karar verdim.

İlginç bir şekilde akıyor bilincim, ben yakalayabildiğim şeyleri yazıyorum. Tabii öykü de gümledi.

Olsun dert değil. Yaşadığım sürece öyküler yazmaya çalışırım ama bugün yazdıklarım öykü olmayacak belli ki. Kurgu da olmayacak yazık ki.

 Utanç verici katliamlardan birinin gerçekliği yaklaşıyor takvimde. Sanat akarken damarlarında dumanla boğulanlar...

 Verilmemiş hesaplar...

 Payına bir ahşap merdivende yanmak düşenler...

Metinler, Behçetler, Hasretler...

 Bir ömrüm var, neye vermeliyim? Bir insan ömrünü neye vermeli?

Bu ülkede insanlar ömrünü neye adamış, adıyor, adayacak?

Hasret'in sesinin güzelliği, tokluğu kalbime giden tüm damarları beslerken ve konuk olduğumu unuttururken bu dünyada işte kafamda yanıtlı yanıtsız bu sorular dolaşıyor.

Dedim ya aslında öykü yazacaktım.

Selim'in hikâyesini anlatacaktım. Selim? "Deli Selim" Ben Selim'in öyküsünü sonra da anlatırım.

Hem anlatsaydım öyle matah bir hikâye de olmazdı belki  sadece biraz farklı bir adamdı. Kuyruğu olsa teneke bağlanacak bir kediydi. Kadın olsa sırtından sopa karnından sıpa eksik edilmezdi.

 Çocuk olsa mıncıklanır, hayvan olsa dilsizliğinden yararlanılırdı. Sanatın bir dalıyla uğraşsaydı ve 2 Temmuz'da yolu Sivas'a düşseydi ismi yananların listesinde de olabilirdi.

 Dünyada tadacaktı cehennem ateşini.

 Düşünüyorum da iyi ki Selim'i kadın, çocuk, hayvan, akıllı biri ya da sanatçı olarak kurgulamadım.

Şanslı ki hikayesini yazsam yolu o tarihlerde Sivas'a da düşmeyecekti. Doğduğu yerden başkasını görmeden ölecekti.

Zeki bir adam olsa yaşadığı toprakların acısından kaçıp başka memleketleri görme hasretiyle yanar tutuşurdu. Hasret dedim yine, yanıp tutuşmak da dedim.

 Dedim değil mi?

Dedim, dedim.

Deyim değil miydi bu?

 Yanıp tutuşmak...

 Deli Selim şükür ki Sivas'ı görmedi.

 Ama ben gördüm.

 Hem de yaşayan ve tertemiz deliremeyen herkes gibi hiç unutmadım gördüklerimi.

 

 

 

 

ÖNCEKİ YAZILARI