USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

DİYARBAKIR- MARDİN GEZİSİ

30-10-2022

GAZEL.

Küfür diyarını (Batıyı) gezdim, orada bayındır şehirler, köşkler gördüm

İslam ülkelerini dolaştım bütün viraneler gördüm

 Ben dahi Babıali hastanesinde bulundum

Orada Eflatun'u beğenmez nice divaneler gördüm

 Hiçbir zaman meyhane köşesinde huzur bulamadım

Zira pek çok içki meclislerinde, eğlence alemlerinde bulundum

 Adına dünya denilen ve insanların topluca katledildiği bir yere yolum düştü

Orada hükümet denilen nice mezbahalar gördüm

 Ziya, dünya meyhanesinin keyfi için bu baş ağrısı çekilmez

Bu meyhanede çok kalmadım ama neler gördüm.

Ziya Paşa.(1825-1880)

Diyarbakır-Mardin gezisini anlatmadan önce 19. Yüzyılda yaşamış Osmanlı şairinin ünlü gazelinin Türkçesini hatırlatmak istedim. O zaman ile bu zaman arasındaki bağlantıyı size bırakıyorum.

Bir kaç cümle ile özetlemek gerekirse önce her şeyin çok değiştiğini ya da degiştiridiğini söyleyebilirim. Sözde kentsel dönüşümden, restorasyona, Turizm yatırımlarından, kamusal alan yaratma çabalarına kadar yapılan her şey tarihi dokuyu yok ediyor.

Hiç bir şey eskisi değil. Tarihe gömülmüş yapılar sözde kurtarılmaya çalışılıyor. Herşey eski günleri aratıyor.

Kentlerin karakteristik, otantik ürünleri de yok oluyor. Çin malı yöresel ürünlerin yerini almış.

Zerzevan kalesi için yazdığım iki şiiri hatırladım gezi boyunca.

Zerzevan kalesi'nin ağladığı gibi Mardin Kalesi de ağlıyor Diyarbakır surları da ağlıyor.

Özellikle 54 yıl öncesi bir müddet konuk olarak kaldığım bir mahallenin yok olması içimi acıttı.

 O dar sokakların her bir kapısının ardında bir hayat vardı. Hayat sözcüğünü burada iki anlamlı kullanıyorum, hem yaşantı hem de evin birinci derecede yaşama alanı. O hayatlarda tulumbalar, sedirler, tezgahlar vardı. Mangalların dışarıda yakılıp sonradan içeri alındığı yerlerde onlar.

O güzel sıcak evlerin yerini f tipi evler almış. Modern hapishaneler.

Ağaçsız kentler, altyapısı hazırlanmadan üst yapısı oluşturulan kentler. Alışveriş merkezleri ve oteller. Toprağa gömülenlerin unutturulduğu gibi tarihe gömülen kentler.

 Birkaç cami ve kilise gezebildim, onlarda da eski ziyaretlerimdeki duyguya ulaşamadım ne yazık ki. Kiliselerde pastanelere kafelere rastladım. Camilerde neredeyse caminin orta yeri sinema denilebilecek görüntüler. Çevre kirliliği neredeyse bütün kentlerin ortak sorunu.

Gördüklerim Chuck Palahniuk'in sözünü hatırlattı.

"Dünya nüfusu arttıkça insan sayısı azalıyor." Duyarlı insanlar azalıyor.

 Gezinin tek güzel tarafı dost ve akrabalarla buluşmaktı.

Fotoğraf paylaşmaktan hoşlanmadığım halde bu kez paylaşmak istiyorum.

Başta Semih Hocaoğlu, Mehmet Selim Parlakoğlu, Mehmet Çelik, Yakma tekniği ile sayısız eser veren Selim Gökçen, İlk ögrencilerimden İbrahim Çakar, kuzenim Nurettin Çelebioğlu ve ailesi, Durdu ailesinden kuzenlerim olmak üzere görüştüm herkese keyifli anlar için teşekkür ediyorum.