USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SİNEĞİN GÖZÜNDEN

12-12-2018
Sarısı küskün bir ampul  iki metrelik tavanın ortasında yanıyordu. Yetersiz ışığının etrafında mevsimin ilk karasineklerinden biri dönüpp duruyordu. Bir zaman sonra yoruldu sinek ve tavana kondu. Baş aşağı dururken iğne deliği gözlerini taş duvarlı, ılık odada gezdirmeye başladı. Hedef aradı: şöyle şırası akmış bir meyve, bol sulu bir karpuz parçası ya da yiyecek herhangi bir şey... Oda gayet temiz olduğundan hiçbir şey bulamadı. Terli bir çocuğun saçına da konmaya razı olurdu belki ama odada kimse yok gibiydi. Sinek son anda karyolanın üzerinde kara kalemle çizilmiş gibi belli belirsiz duran o zayıf bedeni gördü. Bu beden on iki on üç yaşlarında bir çocuğa ait olabilirdi. Konabileceği terli bir alnı, yeşil sümüklü bir burnu var mıydı bu çocuğun? İyice baktı ama görünmüyordu çünkü tüllere dolanmıştı çocuğun yüzü. Bir de tüller, al bir örtüyle alnın hemen üzerinden sanki kayıp gitmesin diye sarılmıştı. Belinde de al bir kuşak... Kuşağın altında kınalı küçük ellerden biri diğer eli avuca almış; üstteki elin avuç içi yukarı dönük, sarsık, korkak...Tavana bakan kınalı avuç zayıf damarlarla incecik bileğe bağlı, bileğin az ilerisinden altı yedi altın bilezik yukarı çıkmayı denemiş, üst üste dizilmiş ve ince kollara tutunmada başarısız olup  aşağı kaymış gibi... 

 Çocuk, ortası çukurlaşmış demir karyolanın kenarında kıpırtısız oturuyordu. Arkaya doğru şöyle rahatça verse ağırlığını, yatağın çukurundan binlerce kilometre düşecekmiş gibi iğretiydi oturuşu. Belki annesinin kapıdan girip her şeyin kötü bir rüya olduğunu söyleyerek kendini götüreceğine inanıyordu da yerleşesi gelmiyordu.  

Sinek, çocuğa yakından bakmak istedi. Etrafında tek kişilik bir dansa başladı. Çocukta sineği fark ettiğine ya da ondan rahatsız olduğuna  dair herhangi bir devinim yoktu. normal zamanlarda nefret ederdi sineklerden. Hemen camı açar, eline aldığı peşkirle kovardı onları. Onun bu hareketsizliği sineğe cesaret verdi. Başladığı tek kişilik dansını çılgınlaştırdı. Şimdi deli gibi aşağı, yukarı, sağa, sola... Sonra tekrar aşağı, yukarı, sağa, sola... Fakat hiçbir şekilde çocuğun dikkatini çekip de ona yüzünü açtırmayı başaramadı. Tavana tünedi yeniden: "Acaba bu kadar derinlerde ne düşünüyor bu çocuk?"  

Gelinliğin içindeki Hanife, birazdan gelecek olan damadı düşünüyordu. Az sonra kapı açıldığında içeri nasıl biri girecek, bunu merak ediyor ve kendisini bekleyen belirsiz kaderinden korkuyordu. Damadı hiç görmemişti. Alışveriş, babasıyla damadın arasında olmuştu. Daha doğrusu alış satış. Hanife kaç liraya satıldığını biliyordu ama kim tarafından alındığını bilmiyordu. Aklında yalnızca köylü kadınların "Damat senden çok büyük." demeleri kalmıştı. "Üç-dört yaş büyük olabilir mi?" diye düşündü. Mesela Mustafa, üç yaş büyüktü Hanife´den. Mustafa´yı düşününce bir eziklik kapladı yüreğini. Kendini ona karşı büyük bir suç işlemiş gibi hissetti. Aralarında pamuk tarlasındaki bakışmalarından başka bir şey geçmemişti. Bu kez pamuk topladığı tarlaya uzandı zihni. Sıcak  güneşin sivri ve ısırgan dişleri  altında, her işi atıp kaçma arzusu duymuştu Mustafa´yı fark edene kadar. Hanife ince, yorgun belini her doğrultuşunda Mustafa´nın munis yüzünü, kendini izleyen yıldızlı, kara gözlerini görmüştü. Gördüğü her an havsalasında birikmiş; tarlanın beyazı, hayalin pembesi birbirine karışmış; ciğerlerinde de karası tütmüştü sevdanın. Irgatlık gününün bitmesini istemiyordu artık . Hayal selinin içinde serin serin yüzüyordu, tepesine binen güneş kavuruculuğunu yitirmişti. Bir günün akşamında bir başka günün sabahını, pamuk tarlasına gitmeyi iple çeker olmuştu. Akşamları evde her işini türküler eşliğinde gibi hızlı ama kafasındakine sabit bir zihinle biraz da yarım yamalak yapar olmuştu. Üzerine dalgın, mutlu, biraz sersem ve çokça da sakar bir hal gelmişti. İki ay iki dakika gibi geçmiş, tarla işleri bitmiş ama bir süre daha zihin sandalı hayal sellerinde yalpalamaya devam etmişti. Hülyalı dolaşıyor, az konuşuyordu. Mustafa´yı göremeyeceğini bilse de sık sık camdan bakıyordu. Zaman silmeye başlasa da hayalinde tuttuğu Mustafa´nın resmini, bu  resimden aldığı her rengi yüreğine katıyordu. Yüreğinde kopkoyu bir özlem rengi, tırmalayan bir his birikintisi, suların kabarması, kıyısını zorlaması gibi bir boğulma duygusu gittikçe Mustafa´nın resminin yerine geçti. Hanife´nin kafasındaki resim kaybolurken, duygusu yoğunlaştı. 

O, içindeki duygularla savaşırken anası uyandırdı yine bir sabah. Bir başka baktı kızının yüzüne. Hanife anlamadı ilk, bu bakışlar dışında her şey normaldi de niye öyle bakmıştı anası? Bu gözler sevecenlikten yoksundu. Bir terzinin kumaşa bakışı gibi ölçüp biçen bakışlardı. Kahvaltı sofrasında söylendi Hanife´ye talibi olduğu. Başka bilgi yok; ister misin diye sormak yok. Babası kararını vermişti çoktan. İşte talibi olduğunu öğrendiği o günden iki ay sonra gelinlik giydirilip bu odaya getirilmişti. Kurbanlık koyun gibi de babasının kendine biçtiği kaderi bekliyordu.  

Sinek, tavanda durmaktan sıkıldı iyice. Odadaki ölüm sessizliği sinirine dokundu -ki bir mezarlık bile daha eğlenceli olabilir, diye geçirdi aklından. Kapının sertçe açılmasıyla ön bacaklarını ovuşturmayı bıraktı. "Yiyecek geliyor." diye söylendi kendi kendine. Kapıdan girene dikkatle baktı. ?Tüm heybetine rağmen çökmüş bu adam, karyolada oturan çocuğun babasıdır.? dedi vızıltıyla. Belki çocuğa yiyecek bir şeyler verir, kim bilir bir şeker verir, ben de ortak olurum umuduyla izlemeye devam etti. 

Adam, bastonunu çengelinden karyolanın demirine asıp gelinin karşısında durdu. Kuru dallar gibi yaşamını yitirmeye çoktan başlamış kollarını uzatınca irkildi Hanife. Buruşuk eller duvağını kaldırıp bir altın kolye geçirdi boğazına. Göz göze geldiler. Neredeyse bütün ışıklarını söndürmüş bir çift gözde tek bir ışık gördü: Açlık. Bu, bildiği hiçbir açlık biçimine benzemeyen ama Hanife´yi bir solukta yutacakmış gibi korkutan açlık, adamın gözlerinde başlayıp tüm vücudunu saran bir heyecana dönüştü. Adam, bütün ağırlığıyla çocuğun üzerine kapandı. Hanife yatağın çukurundan binlerce kilometre, gecenin koyu karasına düştü. Bulduğu zeminde bile rahat yoktu. Üzerindeki kemik ağırlığından kaçamıyor, yüzünü tükürüğe bulayan adamdan dudaklarını kurtarmak için başını durmadan sağa sola çeviriyordu. 

Sinek, yiyecek olmadığını anlayınca kızmıştı. Bir fırsatını bulur bulmaz gitmeyi düşündü ancak Hanife´nin ıslak, acı dolu gözleri ile karşılaşınca biraz burkuldu. Çocuğu kurtarmaya faydası olur mu diye şöyle birkaç kez vızır vızır döndü tepelerinde. Dönme sırasında kapının tam kapalı olmadığını fark edip kendini dışarı attı. Kısa süre sonra mutfağı keşfedip yiyecek buldu. Ne Hanife kaldı aklında, ne de başka çocuk gelinler!