USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

YAZMADAN ANLATANLAR

05-02-2019

Herkesin bir hikayesi var. Bazıları kendi anlatır yaşadıklarını, bazılarının yaşadıklarını başkası. Bazıları da var ki onların hikayeleri hiç kimse tarafından anlatılmamıştır. Benim gözüm en çok onlardadır işte. Yazıya dökülmemiş yaşamlarını, gözlerinden, hallerinden okumaya; duymaya çalışırım. Öğretmenlik mesleğinin hünerlerinden biridir belki bu.

Yarı yıl tatili bitti, sınıftayım. Çocukların hikayelerini okuma zamanı. Ders yazarlık... Öğrenciler,  verdiğim konular arasından istedikleri bir konuyu seçip fikirlerini kağıda döküyor. Bu dersi çok sevmemin birkaç sebebi var: Zaman zaman kendim de onlarla yazabiliyorum, eğer yazmayacaksam öğrencilerimi inceleme olanağı buluyorum. Yaptığım incelemeler sonucu bazı tahminlerde bulunuyorum. Tahminlerim daha çok onların yaşam öyküleri üzerine. Bugün gözüm en çok Murat´ın üzerinde. Bir buçuk yıldır okuttuğum bu çocuğu niçin biraz olsun açamıyorum, diye düşünüyorum. Kapalı bir kutu, henüz keşfedilmemiş bir ada gibi. Tatlı fakat sessiz gülümsemesi-hiçbir insanla iletişim içermeyen kendi halinde bir gülümseme bu-. Ne zaman yanına yaklaşsam ürkek, bir çocuk değil de bir kuş olsaymış açık pencereden pırr diye uçup gidecekmiş gibi diken üstünde bir oturuş... Esmer yüzünde kara kara irice iki göz, utanınca kendi içine bükülüveren bakışlar... Sınıfın en zayıf ve kısa boylu çocuğu. Sırtına dokunsam irkiliyor, saçını okşayacak olsam bir refleksle çekiliveriyor. Oysa ben öğretmenliğimin yanında anneyim de. Bu sevimli öğrencimi dizime oturtup şefkatle saçlarını okşamak istiyorum ama o, hiç izin vermiyor yaklaşmama. Geçen sene bu konu üzerinde yürüttüğüm tahmin şiddete maruz kalmış olabileceği yönündeydi. Okula yeni geldiğim için henüz tüm öğrencilerimi yakından tanımıyordum. Müdür yardımcısına sordum Murat´ın durumu nedir, diye. Yürek burkan hikayesini o zaman öğrendim. Babasının annesini Murat´ın gözü önünde bıçaklamış olduğunu öğrendiğimde bu sevimli çocuk için günlerce göz yaşı dökmüştüm. Evde yalnızmış, annesi düştüğünde, babası bıçağı atıp kaçtığında. Bir zaman annesinin baş ucunda kalakalmış, sonra nasılsa akıl edip kış ortasında terlikle fırlamış komşularından yardım istemeye. Görmediğim ama anlatılan bu olay adeta gözümde canlanıyor, kızarmış burnu, dehşetle irileşmiş gözleri, terliğinden fırlayan morarmış parmaklarıyla, binlerce yaş birden büyüyen benim küçük, sevimli Murat´ım. Komşuların yardımıyla annesi hastaneye kaldırılırken yakalanan babası hapishaneye... Üç yıl geçmiş olayın üzerinden.

İşte sınıftayım şimdi. Murat´ın sınıfında onu inceliyorum. Zaman; çocuktan cesaretini, umudunu, yaşama sevincini eksiltirken; korkusunu, sessizliğini, içe kapanıklığını pekiştirmiş. Onun, dünyayla ilişkisi hep mesafeli. Kendi dünyası ile dış dünya arasında kalın duvarları  var. Dersine her girdiğimde yüzünden, gözlerinden bu acımasız öyküsünü okuyorum. Hiç konuşmuyor neredeyse ama durmadan anlatıyor öyküsünü.

Murat, tek de değil. Her bir çocuğumuz farklı bir öykü anlatıyor; okuyup duyabilene. Kimisi çok sancılı bu öykülerin. Kucaklayabilsek diyorum hepsini, sarıp sarmalayabilsek. Dünyayı onlar değiştirecek. Sevgi verip yaralarını sarabilirsek dünya iyiye doğru değişecek. Evet, herkesin bir hikayesi var, onlar yazmadan anlatanlar. İş, onların öykülerini gözlerinden okuyup anlayabilmekte.