Değerli Dostlarım,
Annem Kilis'te İlik Hasan Efendi'nin oğlu gümrükten istifa eden Ali Bey ile Arif kızı Lütfiye Sağlam'ın evliliğinden olan üç çocuktan en büyüğü olarak dünyaya gelmiştir. Babaları hem şair hemde mu****inas olup sanatkâr ruhlu bir insan.. Çocukların isimlerini doğum tarihlerine denk düşen ebced hesabıyla Müjgân, Şükran ve Sıtkı olarak koymuşlar..
Annem beş yaşına girdiği günlerde babaları yani Ali dedemiz genç yaşta vefat etmiş, teyzem üç, dayım ise bir yaşında yetim kalmışlar. Anneannemde çok genç olmasına rağmen çocuklarımın başına üvey baba istemem diyerek evlilik için gelen tüm görücüleri reddetmiş...
Osmanlınin son Cumhuriyetin ilk yıllarında okumuş, bir süre öğretmenlik yapmış ama ailesinin karşı çıkmasıyla bırakmak zorunda kalmış..
O devre göre eğitimli hem de çok becerikli bir hanım olduğundan bir müddet sonra kendi evini bir dikiş atölyesi haline getirmiş.. Konu komşu derken Kilis'te çok meşhur olunca birçok aile kızlarını dikiş öğrenmesi için ona getirmişler. Böylece atölye giderek bir kursa dönüşmüş.. talebeleri olan Kilisli genç kızlara hem dikiş, hem mutfak kültürü ve adabı muaşeret öğreterek kendisi de bizzat bayanlara dikiş dikerek kimseye muhtaç olmadan geçimini fevkalade sağlamış..
Benim çocukluğumda anneannemin evi bir rüya, bir oyun bahçesi gibi hafızama yerleşmiştir. Genç kızlar bizi havaya atarak şallarda sallayarak eğlendirirlerdi. Karataşta etrafı kocaman ağaçlarla korunaklı bir yerde birkaç defa piknik de yapılırdı. Nenem her sabah namazı sonrası Kuran okurdu. Cuma günleri ise öğleden sonra gelen komşulara, talebelerine ve annelerine eski yazılı kitaplardan Ahmediye, Muhammediye, Envarül Aşıkin, Siyeri Enbiya okur gelenler gözyaşlarını tutamazlardı. Kilis Muradiye Camiinin arsasının önemli bir kısmı kendisine ait olup Caminin yapılması için bağışlamıştı...
Evinden hergün ikindi den sonra ayrılan kızların evlerine gitmek için çikışları bir okul dağılışı gibi olurdu. Nenem bizzat kapıda durarak bu dağılışı izler en ufak bir laubaliliğe müsaade etmezdi. Çok sert ve disiplinli gözüpek bir kadındı.. Tabii hemen bitişiğinde abisi Mağazacı Karaoğlan lakaplı Mehmet Sağlam'ın evi vardı. Onun varlığı ile eniştesi Çerkes Mehmet Karasu'nun da çevrede bilinen, etkili ve çekinilen insanlardan olması onu daha da guvenli kılardı..
Birgün iki gencin evin kapısının karşısında durup çıkan kızlara baktığını görünce hep hazır ettiği zindiyan sopayı alarak gençleri çok fena dövmüş bir daha da kimse onları rahatsız etmemiştir.
İşte böyle bir ortamda yetişen annem Müjgan daha beş yaşında iken Kuranı hatim etmiş, çok çalışkan ve zekiydi. Bizim okul yıllarımızda lise 2 ye kadar çözemediği matematik problemi olmazdı. Türkçesi çok düzgündü. Şiire, kompozisyona ve edebiyata meraklıydı. Beşyüze yakın şiir ezberindeydi. Herhangi bir olay ya da durum karşısında onunla ilgili ezberden bir şiir okurdu. Sesi güzeldi. Kuranı çok güzel okurdu.
Ramazanda bizim eve mukabele için gelen Hafız Hikmet kadar isterse süratli de okuyabilirdi. Ayrıca Hafız Hikmet mukabelede kendisini güvende hissetmesi için cüz sürenlerden birinin çok iyi takip etmesini ister hatta kendisinin tanımadığı takipçiyi sırf denemek için okurken bir ayeti atlar bakalım takip edebiliyorlarmı diye anlamaya çalışırdı.bizim evde annem rahmetli bir anda üç defa elini rahleye vurur Hafız Hikmet hemen geriye döner atladığı ayeti okur anneme de dua ederdi.
Annem namaza ve oruca çok önem verir ramazanda mutlaka bizleri çok küçük olsak bile alışmamız için sahura kaldırırdı. Hazreti Ali ve Ehlibeyti çok severdi.
Rahmetli anneannem Kilis'te meşhur sahabe Şörahbil bin Hasere hazretlerinin haziresinde medfun olan Molla Şeyh Efendiye tabî bir kadiri dervişesiydi. Bu nedenle annem de sessiz sedasız kadiri meşrep bir hanımdı.
Babam rahmetli Tüfekçi Hacı Hikmet Tekçe beni ilkokuldan sonra tornacı yapmak isteyip rahmetli İzzettin Kepekçi ve Mustafa ustaların yanına çırak olarak koyduğu yaz tatilinde bir hafta sonra benim oğlum çok çalışkan o okuyacak diye babamı ikna ederek bunu sonlandırıp engellemişti. Ayrıca beni Hoca yapmak isteyip Nasıl doktor oldum adlı yazımda ayrintısını paylaştığim yurtdışına gönderilmeme de annem engel olmuştu.
Babamla hep iyi geçindi. Hiç kavga etmezlerdi. Babam bazan aksilik yapsa da kendisi susar işi büyültmezdi.
Dedemin altı gelininin en büyüğü ve en eğitimlisi olduğundan sözü çok makbul karşılanır ve uygulanırdı. Bütün amcalarıma ve halama ablalık yapardı.
Doktorluk yıllarımda birgün bana; "oğlum sen doktorsun onun için sana rahatlıkla kimseye söylemediğim bir sırrımı vereceğim" dedi. Ben merak ve heyecanla ona yaklaştım.
-"Siz çocuklarımı abdestsiz hiçbir zaman emzirmedim. Gece yarısı bile kalkıp abdest aldıktan sonra süt verdim. Genç oldum, kadın hali ama ne olursa olsun illa bunu uyguladım. " demişti..
O anda insan hayatını düşündüm bunu yapmak o yıllarda ne kadar zor bir şeydi.. doğrusu gözlerim yaşarmıştı.. Bugün bile aklıma gelince içim titrer..
Babam 1967 yılında annesini yani babaannemi hacca götürdü sonraki yıllarda annem haca gitmek istediğinde ben haca gittim anamı da götürdüm. Seni de çocuklar götürsün deyince hiç haber vermeden annem ve babamın hem hac kayıtlarını ve işlemlerini yaptırarak babamı mecbur edip 1987 de annemin bu isteğinin gerçekleşmesine önayak oldum.
1990 yılında kanser tanısı alan annem için gereken ihtimamı göstererek onu el üstünde tutup gönlünü hoş ettik. Bunda en büyük pay eşim Gülşen Tekçe nindir. Yaklaşık ondört sene devam eden üç kez çok büyük ameliyat geçirerek seyreden hastalığında onu biz hiç yalnız bırakmadık.
Fenerbahçe'deki evimizde 20 sene önce 4 eylül akşam yemeğini neşeyle yedik, sohbet ettik. Sabah kalktığımızda durumunu biraz değişik gördüm. Anne seni bizim hastaneye götüreyim dedim. Gülümsedi "yolcuyum" dedi.. "Hastanede ölmek istemiyorum" dedi.
Eşimle birlikte çocuklarımiz Ertuğrul ve Fatma Nur'u çağırdık. Aramızda yaşadı aramızda son nefesine kadar bizimle olsun diye karar verdik..
Onu kucağıma aldım.. zemzem verdik.. yavaş yavaş gidiyordu. Birden kelime-i şehadet getirdi bizde iştirak ettik ve daldı aniden başını hafif doğrulttu gözleri boşluğa bakıyordu..
" Anne" dedi.. yüzü gülümseyerek son nefesini aldı ve biz ağlarken o vefat etti.
Hastanemiz müdürü değerli insan Tandoğan Alpaslan'a haber verdim bize iyi bir otobüs buldu gerekli işlemlerden sonra tüm ailelerimiz ve dostlarımızla Kilis'e hareket ettik. Ertesi gün Tekye Camiinden aile mezarlığına uğurladık.
Bugün 5 eylül aramızdan ayrılışının yirminci yılı bitti. O kimseye diyemediği doktor olduğumdan bana fısıldadığı fedâkar sırrının hatırına kabri nur bahçesi, tertemiz Ruhu şâd, derecesi âlî, mekânı cennet olsun.. C.Allah biz evlâtlarını ise ona ve o süte lâyık eylesin.. inşallah hatırası hep yaşasın.